Hematolojik kanserler (lösemi, lenfoma, multiple miyelom gibi) bağışıklık sistemini derinden etkileyebilen hastalıklardır. Bu tür kanserlerde vücudun kan yapımı ve bağışıklık hücrelerinin üretimi bozulabildiği gibi, uygulanan kemoterapi ve radyoterapi gibi tedaviler de savunma mekanizmalarını zayıflatır. Sonuçta, hastalar bakterilerden virüslere, mantarlardan parazitlere kadar pek çok enfeksiyona karşı daha açık hâle gelirler. Oysa erken dönemde bazı basit önlemler almak, aşıları düzenli yaptırmak ve hijyen kurallarına dikkat etmek gibi adımlar atmak, enfeksiyon riskini belirgin ölçüde azaltabilir. Burada amaç; vücudun direncini korumak, mikropların bulaşma yollarını en aza indirmek ve herhangi bir enfeksiyon belirtisi ortaya çıktığında hızla tedaviye başlamaktır. Tıpkı kalabalık bir ormanda yol almak gibi: Eğer siz patikayı biliyor, tehlikeleri öngörebiliyor ve yanınıza gerekli malzemeleri alıyorsanız, güvende olma şansınız artar. Hematolojik kanserli hastalar da aynı şekilde doğru bilgilenme ve tedbirler sayesinde enfeksiyon riskini büyük ölçüde kontrol altına alabilirler.
Hematolojik Kanserlerde Enfeksiyonların Ana Nedenleri Nelerdir?
Hematolojik kanserlerde enfeksiyon riski, birkaç farklı etkenin birleşimi sonucu yükselir. Bunların başında kanserin kendisinin kemik iliğini işgal ederek sağlıklı hücre üretimini engellemesi gelir. Lösemi gibi hastalıklarda, olgunlaşmamış veya anormal beyaz kan hücreleri hızla çoğalırken, vücudun savunma mekanizmaları sekteye uğrar. Böylece gerekli miktarda ve kalitede savunma hücresi üretilemediğinde, enfeksiyonlara karşı direnç azalır.
Buna ek olarak kanser tedavilerinde uygulanan kemoterapi ya da radyoterapi, kanserli hücreleri hedef alırken ne yazık ki sağlıklı hücrelere de zarar verebilir. Özellikle kemik iliği hücreleri bu tedavilerin yan etkilerinden fazlasıyla pay alır. Kemik iliğinde üretilen nötrofiller, lenfositler ve trombositler gibi hücreler zarar gördüğünde, vücudun bağışıklık kapasitesi büyük ölçüde geriler. Bazı hastalarda, gerekli hallerde yüksek doz kortikosteroid kullanımı da bağışıklık sisteminde baskılanmaya neden olabilir. Bu baskılanma, normalde zararsız olan mikropların bile ciddi sağlık sorunları yaratmasına yol açar.
Burada enfeksiyona katkıda bulunan bir diğer önemli faktör, vücudun çeşitli savunma bariyerlerindeki hasarlardır. Örneğin kemoterapiye bağlı olarak ağız mukozasında oluşan yaralar (mukozit) bakteri ve mantarların kolayca giriş yapmasına imkân tanır. Barsak duvarındaki hücreler de zarar görebilir ve bu durum bağırsak florasındaki bakterilerin kana karışmasına yol açabilir. Ayrıca merkezi hat kateterleri ya da port gibi girişimlerin varlığı da mikropların dolaşıma katılmasını kolaylaştırabilir.
Viral enfeksiyonlar söz konusu olduğunda, sağlıklı bireylerde belirgin sorun yaratmayan veya “uykuda” duran (latent) virüsler, bağışıklık sistemi zayıfladığında tekrar aktif hâle gelebilir. Örneğin herpes virüs ailesindeki çeşitli virüsler (HSV, VZV, EBV, CMV vb.) bu grup içinde sayılabilir. Bunlar normal şartlarda sorun çıkarmazken, bağışıklık sisteminin baskılandığı durumlarda kendilerini gösterip ağır enfeksiyonlara yol açabilir.
Mantarlar ve küfler de hematolojik kanserli hastalar için tehlikeli olabilir. Özellikle Aspergillus veya Candida gibi fırsatçı mantarlar, akciğer ve kan dolaşımında ağır enfeksiyonlar yapabilir. Normal bir bağışıklık sistemi bu mantarlarla mücadele edebilirken, düşük bağışıklıkta bu mikroplar kolayca hastalığa neden olabilir. Tüm bu faktörler göz önüne alındığında, enfeksiyon riski; hastanın kanser türü, tedavi rejimi, kullandığı ilaçlar, kişisel hijyen alışkanlıkları ve hastane ortamı gibi pek çok değişkene bağlı olarak artıp azalır. Sonuç olarak enfeksiyonların ana nedenleri arasında anormal veya yetersiz kan hücre üretimi, bağışıklık sisteminin baskılanması ve vücudun savunma bariyerlerindeki bozulmalar sayılabilir.
Hematolojik Kanserlerde Nötropeni Nasıl Enfeksiyon Riskini Artırır?
Nötropeni, kandaki nötrofil adı verilen beyaz kan hücrelerinin normalin altında seyretmesi durumudur. Nötrofiller; bakteri ve mantar gibi mikroorganizmalara karşı vücudun ilk savunma hattını oluşturur. Bu hücrelerin eksikliği, tıpkı bir kale duvarındaki büyük bir delik gibi, vücudun korunmasında ciddi açıklar yaratır. Hematolojik kanserlerde ise nötropeni sık rastlanan bir durumdur. Özellikle kemoterapi, büyük bir “bombardıman” etkisiyle kanser hücrelerini yok etmeye çalışırken, kemik iliğinin nötrofil üretme kapasitesini de baskılayabilir.
Enfeksiyon riskini artıran en önemli faktör, nötropeninin süresi ve derinliğidir. Eğer nötrafil sayısı uzun süre çok düşük seviyede kalırsa (örneğin 500 hücre/mikrolitre altında), en küçük mikroorganizma bile ciddi enfeksiyonlara yol açabilir. Bu nedenle hematolojik kanserli hastaların büyük bir kısmında ateşli nöropeni atakları sıkça gözlenir. Ateş, vücudun enfeksiyona verdiği en belirgin tepkilerden biridir. Nötrofil sayısı düşükken, enfeksiyon varlığında bile bazen ateş ortaya çıkmayabilir ya da belirtiler çok belirsiz seyredebilir. Bu yüzden “ateşsiz enfeksiyon” tablosu da mümkündür ve hastaların yakın takibi şarttır.
Nötropeni, aynı zamanda vücudun enfeksiyon bölgesine “alarm” sistemini de zayıflatır. Normalde bir dokuya bakteri veya mantar girdiğinde nötrifiller hızla bölgeye göç eder, burada enfeksiyon etkenini yok etmeye çalışır. Ancak nötrofiller yeterince yoksa, bakteriler veya mantarlar rahatça çoğalabilir. Bu nedenle ağız içerisindeki küçük bir yara, bağırsak yüzeyindeki küçük bir hasar veya ciltteki ufak bir kesik, nötropenik hastalarda ciddi enfeksiyonlara dönüşebilir.
Bir benzetmeyle açıklamak gerekirse, nötrofilleri itfaiye ekibi olarak düşünelim. Küçük bir yangın başlangıcını bile söndürmek için ilk gelen ekip onlardır. Eğer itfaiye ekipleri olmazsa, ufak bir kıvılcım bile büyük bir yangına dönüşebilir. İşte nötropenide durum tam olarak budur. Bu nedenle kemoterapi sırasında veya sonrasında nötrofil sayıları düşen hastaların olası enfeksiyon belirtisi gösteren her durumu ciddiye almak gerekir. Hastane ortamında bu hastaların izole odalarda kalması, yakından takip edilmeleri ve gerektiğinde koruyucu antibiyotik veya antifungal ilaçların verilmesi, nötropeninin yarattığı riski azaltmak için sıklıkla başvurulan yöntemlerdir.
Hematolojik Kanserlerde Enfeksiyonları Önlemede El Hijyeni Neden Kritiktir?
Eller, mikroorganizmaların “otobanı” gibidir. Gün içinde yüzlerce nesneye dokunur, farklı yüzeylerle temas eder ve ister istemez çeşitli mikropları taşırız. Bağışıklığı normal olan pek çok kişi için bu durum tolere edilebilir olsa da hematolojik kanserli hastalar için ciddi bir tehlike kaynağıdır. El hijyeni, işte bu yüzden “küçük bir hareketle büyük farklar yaratma” gücüne sahiptir.
Hastanelerde ve evde el hijyenine dikkat edilmemesi, özellikle bağışıklığı zayıf hastalarda bulaşıcı etkenlerin kolayca yayılmasına neden olur. Bir hemşire ya da doktor, hastadan hastaya geçerken eldiven veya ellerini uygun şekilde dezenfekte etmediğinde, bakteri veya virüsleri taşımış olur. Bu hastane enfeksiyonlarının en sık görülen mekanizmalarından biridir. Benzer şekilde evde bakım veren aile üyelerinin de ellerinin temizliğine dikkat etmemesi, hastayı riskli mikroplarla karşılaştırabilir. Örneğin grip virüsü ya da soğuk algınlığı etkenleri gibi yaygın patojenler bile bağışıklığı baskılanmış kişilerde ağır sonuçlara yol açabilir.
El hijyeni deyince akla genellikle sabun ve suyla yıkama gelir. Bu yöntem özellikle eller gözle görülür şekilde kirli veya kan, vücut sıvıları gibi organik maddelerle temas etmişse vazgeçilmezdir. Bununla birlikte alkol bazlı el antiseptikleri de mikrop öldürmede çok etkilidir ve hastane gibi ortamlarda sıkça kullanılır. Önemli olan her iki yöntemde de doğru uygulamadır. Sabun ve su ile yıkamada eller en az 20 saniye boyunca ovalanmalı, parmak araları ve tırnak altları ihmal edilmemelidir. Alkol bazlı antiseptiklerde ise elin her yerine yedirilmesi ve kuruyana kadar ovalanması gerekir.
Günlük hayatta basit ama hayati önem taşıyan bazı kurallar vardır. Örneğin sokaktan eve girince elleri yıkamak, tuvalet kullanımının ardından hijyene dikkat etmek, yemek hazırlamadan veya yemeden önce mutlaka elleri temizlemek, hasta kişiyle ya da evcil hayvan dışkısıyla temas edince elleri yıkamak gibi rutinler, bağışıklığı düşük hastalar için adeta “koruyucu kalkan” işlevi görür. Tıpkı araba kullanırken emniyet kemeri takmak gibi, el yıkamak da başlangıçta zahmetsiz ama hayati önem taşıyan bir refleks hâline gelmelidir. Hele ki söz konusu hematolojik kanserli hastalar olduğunda, el hijyeninin “kritik” olarak tanımlanması hiç de abartılı bir ifade değildir.
Hematolojik Kanserlerde Enfeksiyonları Önlemek İçin Hangi Aşılar Önerilir?
Aşılar, enfeksiyonlara karşı vücudun savunma sistemini “eğiten” en önemli araçlardır. Hematolojik kanserlerde, hastaların bağışıklık sistemi zayıfladığı için aşıların önemi daha da artar. Ancak hangi aşıların yapılacağı, ne zaman ve hangi dozda uygulanacağı hastanın genel durumuna, tedavi protokolüne ve bağışıklık seviyesine göre belirlenir.
En sık önerilen aşıların başında yıllık influenza (grip) aşısı gelir. Grip virüsü her yıl değişime uğradığından, bağışıklığı zayıf hastalar için koruyucu etkiyi sürdürmek adına her sonbahar mevsiminde aşı yenilenmelidir. Grip, sağlıklı insanlarda bile bazen ağır seyredebiliyorken, kanserli hastalarda daha ciddi sonuçlara yol açabilir. Influenza aşısı inaktive (ölü) virüs içerir ve bu nedenle bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde de güvenle kullanılabilir.
Pnömokok (zatürre) aşıları da önemli koruyuculuk sağlar. Streptococcus pneumoniae adlı bakterinin yol açtığı enfeksiyonlar, özellikle dalağın fonksiyon bozukluğu veya cerrahi olarak alındığı durumlarda tehlikeli olabilir. Hematolojik kanserlerin bazı türlerinde dalağın işlevi azalabilir veya lenfoma gibi hastalıklarda tedavi amaçlı çıkarılabilir. Bu yüzden pnömokok aşısı (konjuge ve polisakkarit tipleri) mutlaka değerlendirilmeli, doktorun önerdiği takvime göre uygulanmalıdır.
Hepatit B aşısı, özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan ve sık kan transfüzyonu alan hastalarda önerilir. Kan yoluyla veya farklı temaslarla bulaşabilen hepatit B, kronik karaciğer hastalığı ve siroz gibi ciddi durumlara yol açabilir. Bunun yanında, temel aşı takviminde yer alan difteri, tetanos, boğmaca (DTaP veya Tdap) gibi aşılar da eksiksiz tamamlanmaya çalışılmalıdır. Burada önemli bir nokta, canlı aşıların (örneğin canlı virüs aşıları) bağışıklığı ciddi anlamda baskılanmış hastalarda genellikle önerilmemesidir. Bu tür aşılar, zayıflatılmış canlı virüs içerdiğinden enfeksiyona neden olma riskleri vardır. Dolayısıyla aşı tiplerinin seçimi ve uygulanma zamanı, mutlaka uzman hekim tarafından belirlenmelidir.
Son dönemde, özellikle COVID-19 aşıları da hematolojik kanserli hastalar için önemli bir koruma katmanı hâline gelmiştir. Virüslerin yeni varyantları ortaya çıktıkça, aşıların güncellenmiş formu veya hatırlatma dozları gündeme gelir. Bağışıklık yanıtı zayıf olan kişilerde aşıların koruyuculuğu sağlıklı bireylere göre düşük olsa da yine de ciddi hastalık ve hastaneye yatış oranlarını düşürmede etkili olduğu unutulmamalıdır. Kısacası “aşılar, bağışıklık sisteminin hafızasını canlı tutan not defterleri” gibidir. Onları düzenli bir şekilde kullanmak, enfeksiyonlarla mücadelede hayati derecede önem taşır.
Hematolojik Kanserlerde Çevresel Kontrollerle Enfeksiyon Riski Nasıl Azaltılır?
Hastane veya ev ortamının düzeni, mikropların dolaşımını kısıtlamak açısından çok önemlidir. Hastanelerde özellikle hematoloji servisleri, bağışıklığı baskılanmış hastalar için özel filtreleme sistemleri (HEPA filtreler gibi) ve izolasyon odaları kullanır. Bu sistemler, havadaki mantar sporlarını ve diğer zararlı partikülleri büyük oranda tutarak enfeksiyon oluşma ihtimalini düşürür.
Çevresel kontrolün bir diğer boyutu da temizlik ve sterilizasyondur. Yüksek riskli alanlar; kapı kolları, lavabo muslukları ve masa yüzeyleri gibi sürekli dokunulan bölgelerdir. Özellikle bakteri ve virüsler bu yüzeylerde saatlerce, hatta bazen günlerce canlı kalabilir. Düzenli temizlik, mikrop yoğunluğunu büyük ölçüde azaltır. Hastanelerde bunun için antiseptik solüsyonlar veya dezenfektanlar kullanılır. Ev ortamında da benzer şekilde yüzeylerin sık sık silinmesi, toz alınması ve mümkün olduğunca havanın temizlenmesi önemlidir. Özellikle evde tadilat yapılacaksa ya da inşaat alanına yakın oturuluyorsa, mantar sporlarının havaya karışma ihtimali yüksektir. Bu dönemde camların kapalı tutulması ya da hava temizleme cihazlarının kullanılması düşünülebilir.
Su kaynakları da bazen bulaş kaynağı olabilir. Eğer suyun temizliği konusunda şüphe varsa, içme suyu mutlaka kaynatılmalı veya güvenilir marka sular tercih edilmelidir. Çevresel kontroller arasında atık yönetimi ve hijyenik tuvalet kullanımının sağlanması da yer alır. Atıklar, özellikle tıbbi atık niteliği taşıyan malzemeler (kullanılmış enjektör, kanlı bez vb.), hastalıklara yol açan mikropları barındırabilir. Bunların güvenli şekilde uzaklaştırılması, olası bulaş zincirini kırar.
Daha “gözle görülmeyen” bir faktör ise havalandırmadır. Temiz hava sirkülasyonunun sağlanması, kapalı ortamlarda mikrop yoğunluğunun artmasını önler. Ancak bu havalandırmanın kontrolü önemlidir; dışarıda yüksek oranda polen veya mantar sporu varsa, hastanın odasını havalandırma yöntemi gözden geçirilmelidir. Ayrıca bitki toprağı gibi mantar üremesine yatkın malzemeler, bağışıklığı düşük hastaların odasında bulundurulmamalıdır. Kısacası çevre kontrolü; hava kalitesinden yüzey temizliğine, su kaynağından evdeki bitki düzenine kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsar. Tıpkı “camı sık sık sildiğimizde manzarayı net görmek” gibi, çevresel hijyeni sağladığımızda enfeksiyon riskini de büyük ölçüde azaltmış oluruz.
Hematolojik Kanserlerde Kişisel Hijyenin Enfeksiyonları Önlemede Rolü Nedir?
Kişisel hijyen, her insan için temel bir sağlık ölçütüdür. Ancak hematolojik kanserli hastalar söz konusu olduğunda, bu hijyen uygulamaları adeta “kişisel bir kale” inşa etmek gibidir. Dış dünyadaki mikroplar ve vücudun kendi florasındaki patojenler, en ufak boşluğu değerlendirebilecek potansiyele sahiptir. Bu nedenle düzenli banyo, ağız bakımı, tırnak kesimi ve temiz giyinme gibi konularda titiz davranmak gerekir.
Ağız hijyeni, özel bir öneme sahiptir. Kemoterapi ve radyoterapiye bağlı olarak ağız mukozası hassaslaşabilir, aft benzeri yaralar oluşabilir. Bu yaralar, bakteriler ve mantarlar için adeta bir “açık kapı” işlevi görür. Yumuşak kıllı bir diş fırçası kullanmak, florürlü diş macunlarıyla nazikçe fırçalamak ve hekim veya diş hekiminin önerdiği antiseptik gargaraları kullanmak, bu enfeksiyon riskini düşürür. Günde en az iki kez diş fırçalamak, gerekirse her yemekten sonra kısa gargara yapmak, basit ama etkili bir savunma yöntemidir.
Cilt temizliği de mikrop giriş noktalarını kapamak için kritiktir. Cilt, vücudumuzun en büyük organıdır ve hasar gördüğünde mikropların girişini engelleme fonksiyonunu yitirir. Banyoda kullanılan sabun veya vücut şampuanı, cildi tahriş etmeyen, pH dengeli ürünler arasından seçilmelidir. Sıcak su yerine ılık su tercih etmek, cildin kuruyarak çatlamasını önler. Ayrıca özellikle koltuk altı, kasık bölgesi gibi nemli alanların kurulanması da önemlidir; çünkü mantarlar nemli ortamları sever ve bu bölgelerde kolayca çoğalabilirler.
Tırnak bakımı ve el hijyeni de kişisel hijyenin temel taşları arasındadır. Uzun tırnaklar, mikrop saklamaya elverişli bir alan sunar. Bu nedenle tırnakların düzenli kesilmesi ve fırça yardımıyla temizlenmesi gerekir. Günlük hayatta sık dokunulan telefon, bilgisayar klavyesi, para veya kapı kolları gibi yüzeylerden birçok mikrop taşınabilir. Eğer ellerde küçük sıyrıklar veya çatlaklar varsa, bu mikroplar kolaylıkla deri altına nüfuz edebilir. Benzer şekilde tuvalet kullanımı sonrası veya evcil hayvanlarla temas sonrasında elleri mutlaka sabunla yıkamak veya alkol bazlı antiseptiklerle dezenfekte etmek alışkanlık hâline getirilmelidir.
Son olarak genital bölge hijyeni de göz ardı edilmemelidir. Kadın hastalarda vajinal bölgenin temizliği, erkek hastalarda da penil ve skrotal bölge temizliği, hafif ve tahriş etmeyecek ürünlerle yapılmalıdır. Bu bölgelerdeki mantar veya bakteri kolonizasyonu, vücudun diğer bölgelerine enfeksiyon yayılmasına neden olabilir. Cinsel ilişki esnasında korunma yöntemlerine (prezervatif gibi) başvurmak, enfeksiyon riskini en aza indirger. Özetle kişisel hijyen hem vücudun “kale duvarlarının” sağlamlığını korumak, hem de mikrop geçişini minimalize etmek açısından yaşamsal değere sahiptir.
Hematolojik Kanserli Hastalar Viral Reaktivasyon Enfeksiyonlarından Nasıl Kaçınabilir?
Birçok virüs, enfeksiyon sonrası vücutta “uyku” halinde kalabilir. Herpes ailesi (HSV-1, HSV-2, VZV, EBV, CMV vb.) bu duruma en güzel örnektir. Sağlıklı bir insanda bağışıklık sistemi güçlü olduğu için bu virüsler genellikle sessiz kalır. Ancak hematolojik kanserli bir hastada, bağışıklık sisteminin baskılanmasıyla birlikte bu virüsler tekrar aktif hâle gelebilir. “Külün altındaki köz” misali, doğru koşullar oluştuğunda enfeksiyonu yeniden alevlendirebilirler.
Bu reaktivasyonları önlemenin ilk adımı, hastanın tedavi planı sırasında gerekli antiviral ilaçların kullanımını içerir. Örneğin herpes simpleks virüsüne yatkınlığı olan daha önce uçuk veya zona öyküsü bulunan hastalarda, doktor uygun doz ve sürede antiviral ilaç reçete edebilir. Benzer şekilde CMV reaktivasyonu riski yüksek olanlarda da düzenli kan testleriyle CMV antijen düzeyleri takip edilir ve gerekli görülürse önleyici tedavi başlanır. Bu yaklaşım “her an patlayabilecek bir volkanı izlemek ve basınç çok yükseldiğinde müdahale etmek” gibidir.
Aşılar da viral enfeksiyonların önlenmesinde önemli rol oynar. Örneğin suçiçeği (varicella) geçirmemiş bir kişiye, bağışıklık sistemi tamamen çökmemişse ve hekim uygun görürse varicella aşısı planlanabilir. Ancak hematolojik kanserlerde canlı aşı kullanımı konusundaki riskler mutlaka göz önünde bulundurulmalı ve bu konu bir enfeksiyon hastalıkları uzmanıyla birlikte değerlendirilmelidir. COVID-19 aşıları da viral enfeksiyonlara karşı korunmada önemli bir yere sahiptir ve bağışıklık yanıtının yeterince oluşmayabileceği düşüncesiyle, bazen ek dozlar gerekebilir.
Bunun dışında, hastanın kendini viral enfeksiyon kaynaklarından koruması da reaktivasyon riskini dolaylı olarak azaltır. Grip, soğuk algınlığı veya diğer solunum yolu enfeksiyonu olan kişilerle yakın temastan kaçınmak, kalabalık ortamlarda maske kullanmak, el hijyenine dikkat etmek gibi basit görünen uygulamalar, viral yükü azaltmada etkilidir. Stres yönetimi ve iyi beslenme de bağışıklık sistemini dolaylı olarak destekleyerek viral reaktivasyonların önüne geçmeye yardımcı olabilir. Tıpkı soğuk havada üşüdüğünüzde ateşi harlamak için odun atmak gerekmesi gibi, vücuda iyi bakmak da bağışıklık sisteminin “ateşini” canlı tutmaya yarar.
Hematolojik Kanserlerde Kan Akımı Enfeksiyonlarını Önlemenin En İyi Uygulamaları Nelerdir?
Kan akımı enfeksiyonları (kan dolaşımı enfeksiyonları), özellikle bağışıklığı baskılanmış hastalar için oldukça tehlikelidir. Bu enfeksiyonlar genellikle bakteriler, mantarlar veya nadiren parazitler tarafından başlatılabilir ve kısa sürede hastayı sepsise kadar götürebilir. Hematolojik kanserli hastalarda, merkezi venöz kateterler veya portlar gibi tıbbi cihazların kullanımı sık olduğundan, bu tür enfeksiyonların önlenmesi büyük önem taşır.
Bu noktada ilk uygulama, damar yolu ve kateter bakımı protokollerine titizlikle uymaktır. Sıkı el hijyeni, steril eldiven ve maske kullanımı, kateter giriş bölgesinin antiseptik solüsyonlarla düzenli temizlenmesi en temel koruma yöntemlerindendir. Kateter pansumanları sık değiştirilmemeli; ancak kirlenmişse, ıslanmışsa veya çözüldüyse de vakit kaybetmeden yeniden yapılmalıdır. Pansuman değişimi sırasında kullanılan malzemelerin (gazlı bez, flaster, antiseptik solüsyon) temiz ve steril olduğundan emin olmak şarttır.
Antimikrobiyal “lock” çözeltileri de bazı durumlarda kullanılabilir. Örneğin uzun süreli kateteri olan hastalarda, kateter lümeninin içine antimikrobiyal etkili bir solüsyon verilerek belli süre bekletilir. Böylece kateter içinde mikrop üremesinin önüne geçilmeye çalışılır. Ayrıca kateter yoluyla uygulanan sıvılar ve ilaçlar da kateterin açık kalmasını sağlarken, kontaminasyon olasılığını artırabilir. Bu nedenle uygulanan sıvı ve ilaçların da steril olması, bağlantı noktalarının “aseptik teknik” ile yapılması gerekir.
Hastaların kendilerinin ve yakınlarının da kateter bakımında doğru bilgilendirilmesi önemlidir. Kateter bölgesinde kızarıklık, akıntı veya ağrı gibi belirtilerin erken fark edilmesi ve hemen sağlık ekibiyle iletişime geçilmesi, olası bir kan akımı enfeksiyonunun ağırlaşmasını önleyebilir. Bunun dışında, gerektiğinde profilaktik antibiyotik veya antifungal tedaviler, özellikle uzun süreli nötropenik hastalarda, kan akımı enfeksiyonlarının sıklığını azaltabilir. Tıpkı “sızdıran bir boruyu” önceden onarmak gibi, kateter bakımına özen göstermek de kan akımı enfeksiyonlarının kökünü erken yakalamaya yardımcı olur.
Hematolojik Kanserlerde Enfeksiyonları Önlemede Düzenli İzleme Ne Kadar Önemlidir?
Düzenli izleme, enfeksiyon riskini önceden fark edebilmenin ve gerektiğinde hızlı müdahale edebilmenin en etkili yollarından biridir. Hematolojik kanserli hastalar için bu sıklıkla kan değerlerinin takibi ve klinik muayeneyi içerir. “Gözü kulağı açık” olmak bu noktada kritik öneme sahiptir; çünkü her an ufak bir değişim ciddi bir enfeksiyonun habercisi olabilir.
Örneğin periyodik tam kan sayımları (CBC), beyaz kan hücrelerinin (özellikle nötrofil) seviyelerini gösterir. Bu testlerin sonucuna göre enfeksiyon riski değerlendirilebilir ve gerekirse profilaktik antibiyotik tedavisi veya büyüme faktörleri (G-CSF gibi) devreye sokulabilir. Aynı şekilde CRP (C-reaktif protein) veya prokalsitonin gibi enfeksiyon belirteçleri de düzenli aralıklarla ölçüldüğünde, vücutta sessizce gelişmekte olan bir enfeksiyonu erkenden yakalamayı sağlayabilir. Virüslerin yeniden aktivasyonu durumunda, örneğin CMV veya EBV’nin kan düzeyleri izlenebilir. Erken yükselme, antiviral tedavi başlangıcının sinyalini verir.
Hastanın kendini dinlemesi ve vücudunda olup biteni yakından takip etmesi de düzenli izlemenin bir parçasıdır. Ateş, üşüme-titreme, nefes darlığı, ciltte döküntü, idrar renginde veya kokusunda değişiklik, görme bozukluğu gibi semptomlar, olası bir enfeksiyonun habercisi olabilir. Hastanın bu belirtileri günlük olarak not alması ve herhangi bir anormallikte tıbbi ekibe haber vermesi, “erken uyarı sistemi” gibidir. Dijital teknolojinin gelişmesiyle birlikte bazı hastalar akıllı bileklikler veya saatler aracılığıyla kalp atım hızı, vücut ısısı, oksijen satürasyonu gibi parametreleri yakından izleyebilmektedir. Bu uygulamalar, erken uyarıda bulunmak ve hastaneye başvurma zamanını doğru belirlemek açısından değerli araçlardır.
Ayrıca düzenli izleme süreci sadece fiziksel değerlere odaklanmaz; psikolojik destek ve beslenme durumunun da kontrolü bu çerçevede ele alınmalıdır. Hastanın iştahı, kilo değişimi, uyku düzeni veya moral durumu gibi unsurlar da dolaylı yoldan enfeksiyon riskini etkileyebilir. Yetersiz beslenen ve psikolojik olarak zorlanan hastaların bağışıklık sistemi daha kırılgan hâle gelebilir. Bir bakıma, “arabanızın yağını, suyunu, motor kontrolünü ihmal ederseniz ufak bir arıza bile büyüyebilir.” Hematolojik kanserlerde düzenli izleme, “arabanızın tüm aksamını çalışır halde tutmak” gibidir; enfeksiyonların oluşmasını ya da büyümesini engelleyebilir.
Hematolojik Kanserli Hastaların Dikkat Etmesi Gereken Enfeksiyon Belirtileri Nelerdir?
Hematolojik kanserli hastalarda enfeksiyon belirtileri bazen sağlıklı bireylerdeki kadar net olmayabilir; buna rağmen dikkat edilmesi gereken “alarm işaretleri” mevcuttur. Örneğin ateş en sık görülen uyarı sinyalidir. Ateş, vücudun enfeksiyona karşı verdiği temel yanıtlardan biridir ancak bazı bağışıklık sistemi sorunlarında ateş olmayabilir veya çok düşük seviyelerde seyredebilir. Bu nedenle nötrafil sayısı düşükse (nötropeni) hasta kendini iyi hissetmese dahi ateşi biraz yükseldiğinde mutlaka ciddiye alınmalıdır.
Üşüme ve titreme, kan dolaşımı enfeksiyonunun bir belirtisi olabilir. “İçim ısınmıyor, resmen kemiklerim sızlıyor” şeklinde tanımlanan bu tablo bazen sinsi bir sepsisin habercisi olabilir. Solunum güçlüğü, öksürük veya göğüs ağrısı gibi bulgular ise zatürre veya diğer akciğer enfeksiyonlarının işareti sayılabilir. Özellikle lenfoma gibi kanserlerde akciğer tutulumu da görülebildiğinden, solunumla ilgili her türlü anormallik yakından izlenmelidir.
Ağız içi yaralar, diş eti kanamaları, boğaz ağrısı veya yutma güçlüğü de bir enfeksiyonun yansıması olabilir. Kemoterapiye bağlı mukozit bu şikâyetleri artırırken, fırsatçı mantar veya bakterilerin eklenmesiyle tablo daha da ağırlaşabilir. İdrar yaparken yanma, sık idrara çıkma, kötü kokulu idrar gibi belirtiler ise üriner sistem enfeksiyonlarını düşündürür.
Karın ağrısı, ishal, bulantı ve kusma, gastrointestinal sistem enfeksiyonlarının habercisi olabilir. Bazen bağırsakların savunma mekanizması zayıfladığında, bağırsak florasındaki bakteriler bile ciddi tablolar oluşturabilir. Deri ya da mukozalarda kızarıklık, şişme, ağrı veya akıntı, lokal bir enfeksiyon odağını işaret eder. Merkezi venöz kateter ya da port bölgesinde kızarıklık ve ısı artışı da aynı şekilde önemli bir uyarıdır. Tüm bu belirtiler bir araya geldiğinde, “vücudun çığlığı” olarak yorumlanmalıdır. Zira hematolojik kanserlerde hastalar bazen yüksek ağrı eşiğine sahip olabilir veya ateş düşürücüler kullanıyor olabilirler. Bu nedenle ufak bir belirtiyi dahi göz ardı etmemek, erken tanı ve tedavi için kritik önem taşır.
Hematolojik Kanser Bakımında Sağlık Çalışanları Enfeksiyon Risklerini Nasıl Azaltabilir?
Sağlık çalışanları, hematolojik kanserli hastalarla temas hâlinde olan en önemli meslek grubudur. Dolayısıyla onların alacağı önlemler enfeksiyon kontrolünde büyük pay sahibidir. İlkin, el hijyeni kurallarına azami derecede uyum göstermek gerekir. Hastadan hastaya geçişlerde, her müdahale öncesi ve sonrası eldiven değişikliği ve ellerin dezenfeksiyonu, “basit ama hayati” bir kuraldır. Ne yazık ki bu kural, yoğun tempoda bazen ihmal edilebilir; ancak kanserli hastalar söz konusu olduğunda kesinlikle göz ardı edilmemelidir.
Koruyucu ekipman kullanımı da büyük önem taşır. Maske, önlük, eldiven gibi kişisel koruyucu ekipmanlar, hem hastayı hem de sağlık çalışanını korur. Özellikle damlacık veya hava yoluyla bulaşan enfeksiyonlar söz konusuysa, maske ve gözlük kullanımı hayati hale gelebilir. İzolasyon odalarında yatan, ağır bağışıklık baskılanması olan hastaların bakımına girerken, prosedüre uygun giyinme ve soyunma aşamalarının eksiksiz yapılması gerekir.
Sağlık personelinin aşılanması, hastane içi enfeksiyonları önemli ölçüde düşürür. Örneğin influenza sezonunda sağlık personelinin grip aşısı olması, grip virüsünün servislerde dolaşımını sınırlar. Benzer şekilde hepatit B gibi bulaşıcı hastalıklara karşı personelin bağışıklığının kontrolü ve eksik aşılarının tamamlanması, hastaların güvende kalmasını sağlar. Bunun yanında, ateşli veya enfeksiyon belirtisi gösteren sağlık çalışanlarının işe gelmemesi ve kendilerini izole etmesi de kritik bir kuraldır.
Hastane ortamında kullanılacak steril malzeme ve tek kullanımlık ürünlerin doğru biçimde saklanması, atık yönetiminin düzenli yapılması, hastane içi temizlik ve dezenfeksiyon protokollerine harfiyen uyulması da enfeksiyon zincirini kırmada etkilidir. Herhangi bir enfeksiyon odağı tespit edildiğinde hızla izolasyon ve kontrol önlemleri alınmalıdır. Bu kapsamda, servisler arasında enfeksiyon verilerinin paylaşılması ve hastane infeksiyon kontrol komitelerinin düzenli toplantılarla vaka değerlendirmesi yapması, erken müdahaleyi kolaylaştırır. Kısacası sağlık çalışanlarının bilinçli ve özenli yaklaşımı, hematolojik kanser hastalarının savunmasızlığını telafi etmeye yardımcı olan en güçlü kalkanlardan biridir.
Hematolojik Kanserlerde Antimikrobiyal Profilaksinin Faydaları Nelerdir?
Antimikrobiyal profilaksi, henüz belirgin bir enfeksiyon saptanmadan önce, riskli hasta gruplarına önleyici amaçla verilen antibiyotik, antiviral veya antifungal ilaçları ifade eder. Hematolojik kanserli hastalarda, özellikle uzun süreli veya derin nötropeni dönemlerinde bu yaklaşım sıkça kullanılır. Amaç “yangın çıkmadan önce itfaiye ekibini hazır bekletmek” gibidir. Normal şartlarda vücut mikroplara karşı savunma yapabilecek kapasitede olsaydı, bu ilaçlara gerek olmayabilirdi. Ancak hematolojik kanserlerde savunma sistemi yetersiz kaldığından, profilaksi çoğu zaman hayat kurtarıcı rol oynar.
Örneğin nötropenik dönemde hastaya düşük doz kinolon grubu antibiyotik verilmesi, bağırsak florasındaki bakterilerin kana karışma riskini düşürebilir. Bu yaklaşım özellikle AML (akut myeloid lösemi) gibi yoğun tedavi alan hastalarda çok değerlendirilir. Buna ek olarak yüksek riskli fungal enfeksiyon dönemlerinde (örneğin uzun süre nötropenik kalmış, daha önce invaziv mantar enfeksiyonu geçirmiş hastalarda) profilaktik antifungal ilaçlar (flukonazol, vorikonazol vb.) kullanılır. Bu ilaçlar, mantar sporlarının akciğer veya diğer organlarda yerleşmesini önleyebilir.
Viral enfeksiyonlar için de benzer bir mantık geçerlidir. Herpes simpleks veya varicella-zoster virüsü öyküsü olan hastalarda, bağışıklık baskılandığında asiklovir gibi antiviral ilaçlarla profilaksi yapılabilir. Bu yaklaşım zona veya uçuk gibi enfeksiyonların yeniden alevlenmesini en aza indirir. Benzer şekilde CMV riski yüksek olan hastalarda gansiklovir veya valgansiklovir gibi ajanlar, kan değerleri yakından izlenerek verilebilir.
Tabii ki antimikrobiyal profilaksinin de bazı riskleri vardır. Uzun süreli antibiyotik kullanımı, vücudun doğal florasını bozarak dirençli bakteri türlerinin gelişmesine katkıda bulunabilir. Ayrıca bu ilaçların yan etkileri, karaciğer veya böbrek fonksiyonlarında bozulma gibi komplikasyonlar yaratabilir. Bu nedenle profilaksi kararı, “yarar-zarar” dengesine bakılarak, hastanın durumuna göre verilir. Profilaksiyi kesme veya değiştirme kararı da yine düzenli izlemenin sonuçlarına göre şekillenir. Özünde, doğru süre ve doğru ilaç seçimiyle yapılan antimikrobiyal profilaksi, hematolojik kanserlerde ağır enfeksiyonları engellemede çok güçlü bir araçtır.
Hematolojik Kanserlerde Aile Bireyleri Enfeksiyon Önlemeye Nasıl Destek Olabilir?
Aile bireyleri, hematolojik kanserli bir hastanın günlük yaşantısında en yakın destekçileri olarak kritik bir rol üstlenir. Onların hastayı korumak adına alacakları basit önlemler hastane dışındaki hayati savunma hattını oluşturur. İlk aşama, bilinçli olmak ve eğitilmektir. Hasta veya hasta yakını olduğunda, hastalıkla ilgili temel bilgileri edinmek, enfeksiyon riskinin neden arttığını anlamak ve hangi belirtilere dikkat edilmesi gerektiğini bilmek büyük fark yaratır.
Aile üyeleri, sık sık hastayı ziyaret ediyorlarsa el hijyeni kurallarına mutlaka uymalıdır. Hastanın yanına girmeden önce ve çıktıktan sonra ellerin sabunla yıkanması veya alkol bazlı el dezenfektanı kullanılması, düşük bağışıklıklı kişinin korunmasını sağlar. Ayrıca grip veya soğuk algınlığı gibi rahatsızlığı olan bir aile üyesi, geçici süreyle ziyareti kısıtlamalı veya mutlaka maske takarak mesafeyi korumalıdır. “Burnu akan çocuğu sevmek istemek” kadar doğal bir davranış bile, bağışıklık sistemi zayıflamış hasta açısından riskli olabilir.
Ev ortamının temizliği de aile bireylerinin sorumluluk alanına girer. Ortak kullanılan alanlar düzenli olarak dezenfekte edilmeli, odanın havalandırması dikkatli yapılmalıdır. Evcil hayvan besleniyorsa, aşılarının güncel olduğundan ve dış parazit ilaçlamalarının düzenli yapıldığından emin olmak gerekir. Yemek hazırlığında da hijyen kuralları büyük önem taşır. Sebzeler ve meyveler iyice yıkanmalı, çiğ et ve pişmiş gıdaların temas ettiği kesme tahtaları ayrı tutulmalıdır.
Aile üyeleri, hastanın duygusal ve psikolojik ihtiyaçlarıyla da ilgilenmelidir. Stres ve moral bozukluğu, bağışıklık sistemini dolaylı yoldan zayıflatabilir. Düzenli beslenme, yeterli sıvı alımı ve doktorun tavsiye ettiği egzersizlerin yapılmasında da hastaya yol göstermelidirler. Örneğin “bugün kendini nasıl hissediyorsun, biraz yürüyüşe çıkmak ister misin?” diye sormak, basit ama olumlu bir adımdır.

Prof. Dr. Özgür Kılıçkesmez, 1997’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Uzmanlığını İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tamamladı. Londra’da girişimsel radyoloji ve onkoloji alanında eğitim aldı. İstanbul Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nde girişimsel radyoloji bölümünü kurdu, 2020 yılında profesör oldu. Birçok uluslararası ödül ve sertifikaya sahip olup, 150’den fazla bilimsel yayını ve 1500’ün üzerinde atıfı bulunmaktadır. Şu an Medicana Ataköy Hastanesi’nde görev yapmaktadır.
Vaka Örnekleri
Bel fıtığı disk içi radyofrekans tedavisi sonucu
Fıtık Tedavisi
Boyun Fıtığı Tedavisinde Lazer Teknolojisi ve Anjiyografi
Fıtık Tedavisi
Basedow-Graves hastalığı ameliyatsız tedavi sonucu
Tiroid Hastalıkları
TAKE işlemi ile yok edilen karaciğer tümörü
Kanser Tedavisi
Ameliyatsız Paratiroid Adenomu Tedavisi Sonucu
Paratiroid Adenomu
Sol akciğer komşuğuna gizlenmiş paratiroid adenomu
Paratiroid Adenomu
Bağırsak dalak anevrizması embolizasyonu
Embolizasyon
Dev dalak damar anevrizması kaplı stent ile tedavisi
Stent
Böbrek damarı anevrizmasının akım yönlendirici stent ile tedavisi
Stent
Dev Karaciğer Hemanjiom Mikrodalga Ablasyon
Ablasyon
Santral ven oklüzyonu: Balon tedavisi
Vakalar
Y stent eşlikli kapalı anevrizma tedavisi
Vakalar