Kan sulandırıcı nedir, kan sulandırıcı ilaçlar ne işe yarar; direkt cevap olarak, bu ilaçlar pıhtı oluşumunu önleyerek tromboembolik riskleri azaltır. Antikoagülan ve antiplatelet grupları, damar içi pıhtı gelişimiyle ilişkili hastalıklarda hayati koruma sağlar.
Antikoagülanlar, pıhtılaşma kaskının farklı basamaklarını hedefleyerek trombus oluşumunu engeller. Bu sayede venöz ve arteriyel pıhtı risklerini azaltarak tromboembolik olayların önlenmesine katkı sağlar.
Antiplatelet ajanlar ise trombositlerin agregasyonunu düşürerek özellikle arteriyel sistemde trombüs gelişimini engeller. Bu mekanizma, kalp ve beyin kaynaklı iskemik komplikasyonları azaltmada etkilidir.
Kan sulandırıcı kullanımı, doğru doz ve uygun hasta seçimiyle kombine edildiğinde, tedavi başarısını artırır; düzenli takip ve hemostaz dengesi sağlandığında güvenliği maksimize eder.
Kan Sulandırıcı Nedir?
Kan sulandırıcılar, vücudumuzdaki kan pıhtılaşma mekanizmasının belirli aşamalarına müdahale eden ilaç gruplarıdır. Pıhtılaşma sistemi; kanama oluştuğunda kan kaybını önlemek için devreye giren çok karmaşık bir süreçtir. Bunu bir inşaat sürecine benzetmek mümkündür: Kan damarımızda bir hasar olduğunda, vücut “tamir ekibi” olan pıhtılaşma faktörlerini ve trombositleri (plateletleri) hızla bölgeye gönderir. Bu ekip, hasar bölgesinde “tuğlalar” (trombositler) ve “harç” (fibrin ağı) kullanarak kanamayı durduracak bir “geçici duvar” inşa eder.
Ancak bazen bu tamir ekibi gereğinden fazla çalışır ya da yanlış yerde ve zamanda çalışmaya başlar. Tıpkı sağlam bir duvar üzerine gereksiz bir ek duvar örmek gibi… Sonuçta istenmeyen pıhtılar oluşabilir. İşte kan sulandırıcılar, bu fazla veya yersiz inşaatı engelleyerek, vücuttaki kan akışının sağlıklı devam etmesini sağlar.
Kan Sulandırıcılar Hangi Durumlarda Kullanılır?
Kan sulandırıcılar, çok farklı kalp-damar rahatsızlıklarında ve pıhtılaşma riskinin yüksek olduğu durumlarda reçete edilir. Başlıca kullanım alanlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
Atrial Fibrilasyon (AF): Kalbin kulakçıklarının düzensiz atması durumunda, kalbin içinde pıhtı oluşma riski artar. Bu pıhtı beyne doğru ilerlerse felce (inme) yol açabilir. Bu nedenle AF hastalarında kan sulandırıcılar çoğu zaman hayati önem taşır.
Derin Ven Trombozu (DVT) ve Pulmoner (Akciğer) Emboli: Bacaklarda veya vücudun başka bölgelerindeki derin toplardamarlarda oluşan pıhtılar (tromboz), kopup akciğerlere giderse “emboli” olarak adlandırılan, yaşamı tehdit eden bir tablo ortaya çıkar. Bu durumda veya bu riski taşıyan hastalarda, kan sulandırıcılar pıhtının büyümesini önler veya yenilerinin oluşmasının önüne geçer.
Kalp Kapak Protezleri: Özellikle mekanik protez kalp kapağı olan hastalarda, kapak çevresinde pıhtı oluşumu riski yüksektir. Bu nedenle bu kişiler ömür boyu veya uzun süreli antikoagülan ilaç kullanmak zorunda kalabilirler.
Kalp Krizi Sonrası: Kalp krizi (miyokard infarktüsü) geçirenlerde, yeni bir kalp krizi riskini en aza indirmek için kan sulandırıcılar kullanılır. Özellikle kalbin kasılma gücünü kaybettiği alanlarda pıhtı oluşma riski yüksektir.
İnme (İskemik Felç) Geçiren Hastalar: Bazı felç tiplerinde, tekrar felç riskini önlemek veya azaltmak adına kan sulandırıcılar önerilir.
Bazı Kalıtsal Kan Pıhtılaşma Bozuklukları ve Diğer Riskli Durumlar: Örneğin genetik olarak pıhtılaşmaya yatkınlığı olan bireylerde ya da büyük cerrahi operasyonlar sonrasında, koruyucu amaçla kan sulandırıcı ilaçlara başvurulabilir.
Kan sulandırıcı ilaçlar, genel olarak “hayati risk taşıyan pıhtı” oluşumunu önlemede bir sigorta gibi düşünülebilir. Tıpkı evinizi olası bir su baskınına karşı korumak için set çekmeye benzer: Baskın olup olmayacağını kesin olarak bilemezsiniz ama risk yüksekse önlem alırsınız.
Kan Sulandırıcılar Nasıl Çalışır?
Kan sulandırıcılar kabaca iki ana mekanizma üzerinden etki gösterir:
Antikoagülanlar (Koagülasyon Karşıtları):
Warfarin (Kumadin gibi): Karaciğerde K vitaminine bağlı olarak üretilen bazı pıhtılaşma faktörlerinin yapımını engeller. Böylelikle “harcın” en önemli maddelerini kısıtlayarak duvarın (pıhtının) oluşumunu yavaşlatır.
Heparin (UFH) ve Düşük Molekül Ağırlıklı Heparinler (LMWH; Enoksaparin vb.): Doğrudan antitrombin adı verilen doğal bir pıhtılaşma frenini destekleyerek, trombin ve faktör Xa gibi anahtar enzimleri “etkisiz hâle” getirir. Tıpkı bir otomobilin fren sistemine ekstra güç vermek gibi, bu ilaçlar pıhtılaşma sürecini yavaşlatır.
DOAC’lar (Dabigatran, Rivaroksaban, Apiksaban, Edoksaban vb.): Bazıları direkt trombine, bazıları direkt faktör Xa’ya bağlanarak pıhtı oluşumunu engeller. Eski sistemlere nazaran “daha teknolojik” kabul edilebilirler; etki süreleri daha öngörülebilirdir ve çoğu vakada düzenli kan testi gerektirmezler.
Antiplatelet (Trombosit Karşıtı) İlaçlar:
Aspirin (ASA): Trombositlerin, pıhtı oluşumunda kilit rol oynayan “tromboksan A2” adlı maddesini üretmesini engeller. Bu sayede “tuğla” gibi rol oynayan trombositlerin birbirine yapışması zorlaşır.
Klopidogrel, Prasugrel, Tikagrelor vb.: Trombositler arasındaki iletişimi sağlayan ADP reseptörlerini bloke eder. Böylece trombositlerin kümelenmesi ve pıhtı oluşturması güçleşir.
Bu mekanizmaları bir “trafik polisi” örneği ile anlatmak mümkündür. Pıhtılaşma faktörleri ve trombositler, damarlarda “trafik” oluşturan unsurlardır. Kan sulandırıcılar ise, trafik polisinin gerekirse belirli yolları kapatması, geçişleri yavaşlatması veya tamamen durdurması anlamına gelir. Böylece istenmeyen “trafik kazalarının” (pıhtıların) önüne geçilir.
En Sık Kullanılan Kan Sulandırıcı İlaçlar Hangileridir?
Birçok farklı kan sulandırıcı mevcut olsa da günlük hayatta en sık karşılaşılanları şu şekilde özetlenebilir:
Warfarin (Coumadin):
- Uzun yıllardır kullanılan klasik bir antikoagülandır.
- Etkili fakat “ince ayar” gerektirir, çünkü doz ayarlanması kan testleri (INR) ile sıkı takip edilmelidir.
- Diyetteki K vitamini miktarıyla (örneğin ıspanak, brokoli gibi yeşil yapraklı sebzeler) etkileşime girebilir.
Heparin (Unfractionated Heparin, UFH):
- Genellikle hastanede damar yolundan (intravenöz) veya cilt altına uygulanan, hızlı etki gösteren bir ilaçtır.
- Yoğun bakım şartlarında veya ameliyat öncesi/sonrası kısa süreli kullanımlarda tercih edilir.
- Doz ayarı için kan testleri (aPTT) takip edilir.
Düşük Molekül Ağırlıklı Heparinler (LMWH; Enoksaparin, Dalteparin vb.):
- Etkileri öngörülebilirdir ve genellikle günlük bir veya iki enjeksiyon ile uygulanır.
- Bazı durumlarda hastane dışı kullanıma elverişlidir.
- Takibi, UFH kadar yoğun kan testi gerektirmez.
DOAC’lar (Dabigatran, Rivaroksaban, Apiksaban, Edoksaban vb.):
- Daha yeni nesil kan sulandırıcılardır.
- Ağızdan alınır, etkileri daha stabildir, çoğu durumda düzenli kan testi gerektirmez.
- Belirli hasta gruplarında warfarine göre yan etki profilinin daha iyi olduğu gösterilmiştir.
Aspirin ve Diğer Antiplatelet İlaçlar (Klopidogrel vb.):
- Daha çok kalp krizi ve inme riskini azaltmak için, bazen de stent takılan hastalarda kullanılır.
- Genellikle günde bir kez düşük dozda (ör. 75–100 mg) kullanılır.
- Mide veya bağırsaklarda kanama riskini artırabilir.
Bu ilaçların her birinin artıları, eksileri, dozlama şekilleri ve etki süreleri farklı olduğundan, hangi hastaya hangi ilacın daha uygun olduğu kararı klinik duruma göre verilir.
Kan Sulandırıcılar Neden Hayati Önem Taşır?
Kan sulandırıcı ilaçlar, özellikle de kalp ve damar hastalıkları olanlar için bir “hayat sigortası” gibi düşünülebilir. Çünkü damar içinde oluşan bir pıhtı, tıpkı yola devrilmiş bir ağaç dalı gibi kan akışını kesebilir. Bu kesilme beynin damarında meydana gelirse inme, kalp damarında meydana gelirse kalp krizi, bacak damarında meydana gelirse derin ven trombozu olarak karşımıza çıkar.
Bu tür pıhtıların aniden oluşması, hastada çok ciddi sakatlıklara veya ölüme neden olabileceğinden, kan sulandırıcı kullanımı riskli bireyler için sıklıkla önerilir. İlaçlar, pıhtılaşma sistemine “mantıklı bir fren” uygular; tamamen ortadan kaldırmaz. Eğer sistem komple devre dışı kalsaydı, en küçük yaralanmada bile kanama durdurulamaz, bu da ayrı bir hayati sorun oluştururdu. Dolayısıyla burada ince bir denge vardır. Hekimler, bu dengenin kurulabilmesi için kişiye özgü doz ve ilaç seçimi yaparlar.
Kan Sulandırıcıların Olası Yan Etkileri Nelerdir?
Her ilaçta olduğu gibi kan sulandırıcıların da bazı istenmeyen etkileri ortaya çıkabilir. En sık görülen yan etki doğal olarak kanama riskidir. Örneğin:
Hafif Kanamalar: Diş eti kanaması, burun kanaması, ciltte kolay morarma.
Ciddi Kanamalar: İç organlarda (beyin, mide-bağırsak sistemi gibi) ya da ameliyat sahasında aşırı kanama.
Diğer Yan Etkiler:
- Warfarin kullanımında nadir de olsa “cilt nekrozu” veya “mor parmak (purple toe) sendromu” gibi durumlar.
- Heparin kullanımıyla ilişkili “heparin kaynaklı trombositopeni (HIT)” adı verilen ve aslında pıhtı riskini artırabilen ciddi bir tablo.
- DOAC’larla nadiren karaciğer fonksiyon bozukluğu veya alerjik reaksiyonlar.
- Uzun süreli warfarin kullanımında osteoporoz ve kemik kırıkları riskinde artış.
Kanama riskinin derecesi, kullanılan ilacın türüne, hastanın diğer hastalıklarına, yaşına ve kullanılan diğer ilaçlara göre değişebilir. Örneğin mide koruyucu ilaçlarla (proton pompa inhibitörleri) birlikte aspirin kullanımı, mide kanama riskini azaltabilir. Dolayısıyla bu tür destek tedavilerle risk dengesi gözetilir.
Kan Sulandırıcı Kullanırken Dikkat Edilmesi Gerekenler Nelerdir?
Düzenli Kontrol:
- Warfarin kullanan hastaların, kanın pıhtılaşma sürelerini gösteren “INR” testlerini düzenli olarak yaptırması hayati önem taşır. Değer yüksekse kanama, düşükse pıhtı riski artar.
- DOAC’lar genellikle rutin test gerektirmese de böbrek fonksiyonu ve karaciğer fonksiyonu gibi parametreler periyodik aralıklarla kontrol edilebilir.
Diyet ve Beslenme:
- Özellikle warfarin kullananlar, K vitamini alımındaki ani değişikliklerden kaçınmalıdır. Örneğin sürekli olarak haftanın 5 günü bol miktarda ıspanak yiyen bir kişi, bir anda tamamen bırakırsa ya da tam tersi, hiç yemeyen biri aniden çok fazla tüketmeye başlarsa INR’de büyük dalgalanmalar yaşanabilir.
- Alkol, kan sulandırıcıların etkisini artırarak kanama riskini yükseltebilir. Bu nedenle alkol tüketimi konusunda da dikkatli olmak gerekir.
Diğer İlaç ve Takviyeler:
- Bazı ilaçlar (ör. ağrı kesiciler, antibiyotikler, kolesterol ilaçları, mide ilaçları) kan sulandırıcılarla etkileşime girebilir. Yeni bir ilaca başlanacağı zaman mutlaka doktora danışılmalıdır.
- Bitkisel veya doğal takviyeler (zencefil, sarımsak, ginkgo biloba gibi) de benzer etkilere sahip olabilir; bu tür ürünler, mevcut tedavinin etkisini beklenmedik şekilde artırabilir.
Düşme ve Yaralanmalardan Kaçınma:
- Kan sulandırıcı kullanan bireylerin, baş bölgesi travmaları başta olmak üzere, düşmeye ve çarpmaya karşı mümkün olduğunca tedbirli olması önemlidir. Örneğin evde kaygan zeminleri azaltmak, banyo ve tuvalette tutunma barları kullanmak gibi basit önlemler yararlı olabilir.
Kanama Belirtilerini Tanıma:
- İdrarda kan görülmesi, dışkıda siyah renk (melena) veya kırmızı renk fark edilmesi, ciltte aşırı morarma, açıklanamayan halsizlik veya baş dönmesi gibi durumlar derhal tıbbi değerlendirme gerektiren potansiyel iç kanama belirtileridir.
Doğal Kan Sulandırıcılar Var mıdır?
Bazı besinler ve bitkisel ürünler, kan sulandırıcı etkiye sahip doğal bileşenler içerebilir. Örneğin:
- Zencefil, Sarımsak, Zerdeçal (Kurkumin), Zeytinyağı, Soğan gibi gıdalar antiplatelet veya anti-enflamatuvar özellikleriyle bilinir.
- Nattokinaz gibi fermantasyon ürünleri de fibrini parçalama potansiyeline sahiptir.
Ancak bu doğal ürünlerin etkisi, genellikle reçeteli ilaçlarla kıyaslanamayacak kadar hafiftir ve doz ile içerik standardizasyonu çok net değildir. Ayrıca doğal ürünler kullanırken mevcut tedaviyle etkileşime girerek kanama riskini beklenmedik şekilde artırabileceklerini de unutmamak gerekir. Örneğin aşırı sarımsak tüketimi ile warfarin etkileşiminin kanamalara yol açabildiği bildirilmiştir. Bu nedenle her türlü doğal destek veya bitkisel karışımın tıbbi bir değerlendirmeden geçmesi gerekir.
Kan Sulandırıcılar Hamilelik ve Emzirme Döneminde Kullanılabilir mi?
Hamilelik ve emzirme dönemlerinde kan sulandırıcı kullanımı, mutlaka uzman hekim tarafından değerlendirilmelidir. Çünkü bazı antikoagülanlar, özellikle warfarin, bebeğe zarar verebilecek etkiler (teratojenik etki) gösterebilir ve plasentadan geçerek fetüsü etkileyebilir. Bu nedenle gebelerde warfarin tercih edilmez.
- Düşük Molekül Ağırlıklı Heparinler (LMWH), hamilelikte genellikle daha güvenli kabul edilir. Plasenta bariyerini aşmadıkları için bebeği doğrudan etkilemezler.
- DOAC’lar ile ilgili veriler sınırlı olduğundan, genellikle hamilelik döneminde önerilmezler.
- Emzirme döneminde de LMWH’lar çoğunlukla güvenli kabul edilir; warfarin ise düşük dozlarda emziren anne için kullanılabiliyor olsa da yine de mutlaka hekim onayı gerekir.
Bu dönemde hem anne hem de bebek sağlığını korumak için yakın takip, düzenli ultrason ve gerekli kan tahlilleri önem taşır.
Kan Sulandırıcıların Diğer İlaçlarla Etkileşimi Nasıldır?
Kan sulandırıcıların pek çok ilaçla etkileşime girme olasılığı yüksektir. Özellikle:
- Warfarin, karaciğerin metabolizma sistemini kullanan birçok ilaçla etkileşir. Antibiyotikler, antidepresanlar, ağrı kesiciler, tiroid ilaçları gibi çok çeşitli gruplar, warfarinin etkisini artırıp azaltabilir.
- DOAC’lar, bazı antiviral ve antifungal ilaçlarla etkileşime girebilir.
- Aspirin ve Diğer Antiplateletler, kortizon türevi ilaçlar veya romatizmal ağrı kesicilerle birlikte kullanıldığında mide-bağırsak kanama riski yükselir.
Bir başka örnek de proton pompa inhibitörleri (PPİ) ile klopidogrel etkileşimidir. Bazı araştırmalar, PPİ’lerin klopidogrel etkinliğini azaltabildiğini öne sürmüştür, ancak bu durum her hastada aynı şekilde geçerli olmayabilir. Yine de hekim, ilaç seçimini yaparken bu etkileşimleri göz önünde bulundurur.
Ameliyat veya Diş Çekimi Öncesi Kan Sulandırıcılar Nasıl Yönetilir?
Herhangi bir cerrahi işlem veya diş çekimi gibi girişimler öncesi kanama riskini azaltmak için kan sulandırıcıların belirli sürelerle kesilmesi veya dozunun düzenlenmesi gerekebilir. Bu süre, kullanılan ilacın türüne ve hastanın sağlık durumuna göre değişir:
Warfarin: Genellikle işlemden 5 gün önce kesilir ve INR’nin normal sınırlara düşmesi beklenir. Eğer hasta yüksek risk grubundaysa, warfarin kesildikten sonra damar veya cilt altı heparinle “köprü tedavisi” (bridging) uygulanabilir.
DOAC’lar: İlacın yarı ömrüne ve böbrek fonksiyonuna göre, genelde 24–48 saat önceden kesmek yeterlidir.
Heparin (UFH veya LMWH): Genellikle son doz, işlemden 12–24 saat önce verilmez.
Antiplateletler: Aspirin gibi ilaçların genellikle işlemden 7–10 gün önce kesilmesi istenebilir. Ancak stent veya ciddi kalp damar hastalığı olanlarda, kesmek daha büyük risk yaratabileceği için doktora danışmadan bu ilaçları bırakmamak gerekir.
Operasyon sonrasında da kanamayı kontrol altına aldıktan sonra en kısa zamanda uygun kan sulandırıcı tedaviye dönmek esastır. Bu geçiş sürecinde hasta sıkı takip edilerek, gereğinde laboratuvar testleriyle kanama ve pıhtı risklerinin dengesi gözetilir.
Kan Sulandırıcılar Uzun Süre Kullanılabilir mi?
Birçok hastalıkta kan sulandırıcıların kullanım süresi, hastalığın tipine, hastanın genel sağlık durumuna ve pıhtılaşma riskine göre değişir. Örneğin:
- Geçici bir risk faktörü (örneğin bacak kırığı sonrası hareketsizlik) ile ilişkilendirilen bir derin ven trombozu vakasında, genellikle 3–6 ay tedavi yeterli olabilir.
- Kronik atrial fibrilasyonu veya mekanik kalp kapağı olan hastalarda ise bu tedavi çoğu zaman ömür boyu sürer.
- Tekrarlayan venöz tromboembolisi (VTE) olan hastalarda ya da genetik pıhtılaşma bozukluklarında, uzun süreli veya kalıcı tedaviler tercih edilir.
Tedavinin ne kadar süreceğine, hasta ile hekim ortak bir değerlendirme yaparak karar verir. Çünkü tedavi süresi uzadıkça, ilacın olası yan etkilerinin görülme olasılığı da artar. Burada daima pıhtı riskinin ciddiyeti ile kanama riskinin dengesi karşılaştırılır.
Kan Sulandırıcıları Kendi Kendine Bırakmak veya Dozunu Değiştirmek Doğru mudur?
Kan sulandırıcı ilaçlar, rastgele bırakılıp tekrar başlanabilecek ilaçlar değildir. Bu ilaçlar sayesinde korunan hastalarda, ilacı aniden kesmek ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Örneğin atrial fibrilasyonu olan biri, koruyucu kan sulandırıcı tedavisini kendiliğinden bırakırsa, inme riski belirgin ölçüde artar. Benzer şekilde, derin ven trombozu tedavisi alan bir kişi ilacını erken keserse pıhtı tekrar oluşabilir veya akciğere atabilir.
Doz ayarını da hekime danışmadan yapmak doğru değildir. Özellikle warfarin gibi ilaçların dozu “hassas” bir şekilde ayarlanır. Gereksiz doz artırımı kanama riskini, doz azaltımı ise pıhtı riskini yükseltir. Bu nedenle herhangi bir değişiklik planı, mutlaka tıbbi kontrol altında gerçekleştirilmelidir.
SSS
Kan sulandırıcı kullanırken alkol tamamen yasak mıdır?
Tamamen yasak değildir; ancak fazla alkol tüketimi kanama riskini artırabilir. Ölçülü ve hekiminizin önerilerine uygun şekilde kullanmak en doğrusudur.
Bitki çayları kan sulandırıcılarla etkileşir mi?
Bazı bitkilerin (ör. yeşil çay, zencefil, ginkgo biloba) kan sulandırıcı etkileri olduğu bilinir. Düzenli tüketildiğinde mevcut ilacın etkisini beklenmedik ölçüde artırabilir. Bu nedenle hekime danışmak önemlidir.
Kan sulandırıcı kullananlar diş tedavisi yaptırabilir mi?
Evet, ancak diş hekimini mutlaka bilgilendirmek gerekir. Bazı durumlarda ilaç kesme veya doz ayarı gerekebilir. Tedavi sürecinde kanama riski yakından izlenir.
Hamile kalmak isteyen biri kan sulandırıcı kullanıyorsa ne yapmalı?
Planlı gebelik durumunda, risk faktörlerine göre ilaç değişikliği veya doz ayarı düşünülebilir. Warfarin gibi ilaçlar bebeğe zarar verebileceğinden genellikle hamilelik sürecinde tercih edilmez. Kesin karar, kadın hastalıkları ve doğum uzmanı ile birlikte alınmalıdır.
Kan sulandırıcılar, varis tedavisinde de kullanılır mı?
Varislerin tedavisi ayrı bir konudur ve her varisli hasta için kan sulandırıcı gerekli değildir. Ancak varis, bacaklarda pıhtı oluşum riskini arttırıyorsa bazı durumlarda geçici veya kalıcı olarak antikoagülan tedavi düşünülebilir.

Girişimsel Radyoloji ve Nöroradyoloji Uzmanı Prof. Dr. Özgür Kılıçkesmez, 1997 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Uzmanlık eğitimini İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tamamladı. Londra’da girişimsel radyoloji ve onkoloji alanında eğitim aldı. İstanbul Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nde girişimsel radyoloji bölümünü kurdu ve 2020 yılında profesör oldu. Çok sayıda uluslararası ödül ve sertifikaya sahip olan Kılıçkesmez’in 150’den fazla bilimsel yayını bulunmakta ve 1500’den fazla atıf almıştır. Halen Medicana Ataköy Hastanesi’nde görev yapmaktadır.

Vaka Örnekleri
Bel fıtığı disk içi radyofrekans tedavisi sonucu
Fıtık Tedavisi
Boyun Fıtığı Tedavisinde Lazer Teknolojisi ve Anjiyografi
Fıtık Tedavisi
Basedow-Graves hastalığı ameliyatsız tedavi sonucu
Tiroid Hastalıkları
TAKE işlemi ile yok edilen karaciğer tümörü
Kanser Tedavisi
Ameliyatsız Paratiroid Adenomu Tedavisi Sonucu
Paratiroid Adenomu
Sol akciğer komşuğuna gizlenmiş paratiroid adenomu
Paratiroid Adenomu
Bağırsak dalak anevrizması embolizasyonu
Embolizasyon
Dev dalak damar anevrizması kaplı stent ile tedavisi
Stent
Böbrek damarı anevrizmasının akım yönlendirici stent ile tedavisi
Stent
Dev Karaciğer Hemanjiom Mikrodalga Ablasyon
Ablasyon
Santral ven oklüzyonu: Balon tedavisi
Vakalar
Y stent eşlikli kapalı anevrizma tedavisi
Vakalar