Beyin anevrizması, beyindeki bir atardamar duvarının zayıflaması sonucu oluşan ve kanla dolarak bir baloncuk ya da kese halini alan anormal bir genişlemedir. Genellikle yırtılmadığı veya büyümediği sürece fark edilmeyebilir. Beyin anevrizmasının belirtileri, ani başlayan ve “hayatımın en şiddetli ağrısı” olarak tariflenen baş ağrısı, göz arkasında hissedilen ağrı, görmede bulanıklık veya çift görme, göz kapağında düşüklük ve bulantı olarak sıralanabilir. Bu semptomlar, anevrizmanın durumuna bağlı olarak değişir ve ortaya çıkmaları durumunda acil tıbbi değerlendirme gerektirir.

Beyin Anevrizması Neden Oluşur?

Beyin anevrizmasını zihninizde canlandırmanın en kolay yolu, bir yol kavşağını düşünmektir. Tıpkı trafiğin en yoğun olduğu, arabaların farklı yönlere saptığı kavşaklar gibi, beynimizdeki atardamarların çatallandığı veya dallara ayrıldığı noktalar da kan akışı için en stresli bölgelerdir. Kan, bu kavşaklara geldiğinde düz bir hatta akmak yerine bir miktar türbülans, yani çalkantı yaşar ve damar duvarına daha güçlü bir şekilde çarpar.

Normalde damar duvarlarımız bu basınca dayanacak kadar esnek ve güçlüdür. Ancak beyni besleyen atardamarlar, vücudun diğer bölgelerindeki damarlara kıyasla yapısal olarak biraz daha hassastır; duvarları daha incedir ve onları dışarıdan destekleyen doku katmanı daha azdır. İşte bu iki faktör bir araya geldiğinde anevrizma için zemin hazırlanmış olur: Bir yanda sürekli devam eden kan akışının mekanik basıncı, diğer yanda ise damar duvarındaki yapısal bir zayıflık.

Yıllar boyunca bu yüksek basınçlı ve çalkantılı kan akışı, damar duvarının en hassas olduğu bu çatallanma noktalarını adeta yorar. Duvarın esnekliğini sağlayan iç katmanlar yavaş yavaş hasar görmeye başlar. Bu hasar, duvarın giderek incelmesine, zayıflamasına ve en sonunda bu basınca dayanamayarak dışarı doğru bir baloncuk şeklinde şişmesine neden olur. Anevrizmanın oluşumu, saniyeler içinde olan bir olay değil yıllar süren bu yavaş ve ilerleyici yıpranma sürecinin bir sonucudur.

Beyin Anevrizması Çeşitleri Nelerdir?

Karşımıza çıkan her beyin anevrizması aynı değildir. Onları daha iyi anlamak ve en doğru tedavi yöntemini belirlemek için doktorlar anevrizmaları şekillerine, oluşum nedenlerine ve boyutlarına göre sınıflandırır. Bu sınıflandırma, tedavinin başarısı için hayati önem taşır.

Anevrizmaların en temel sınıflandırması şekillerine göre yapılır. En sık görülen iki ana tip şunlardır:

  • Sakküler (Kese şeklinde) anevrizma
  • Fuziform (İğ şeklinde) anevrizma

Sakküler anevrizma, adından da anlaşılacağı gibi, damarın bir kenarından dışarı doğru uzanan bir keseye benzer. Tıpkı bir ağacın dalından sarkan bir dut tanesi gibi, genellikle küresel bir yapısı ve onu ana damara bağlayan “boyun” adı verilen daha dar bir tabanı vardır. Bu “boyun” yapısı, tedavi açısından bizim için bir hedeftir. Gerek açık cerrahide kullanılan metal klipsler gerekse kapalı (endovasküler) yöntemde kullandığımız koil (platin sarmal) adı verilen tıkaçlar, bu boyun bölgesine yerleştirilerek kanın anevrizma kesesine girmesi engellenir. Vakaların büyük çoğunluğu bu tiptedir.

Fuziform anevrizma ise çok daha farklı ve nadir bir durumdur. Burada kese şeklinde bir baloncuktan ziyade, damarın kendisinin belirli bir segment boyunca çepeçevre, sosis gibi genişlemesi söz konusudur. Belirgin bir boyun yapısı yoktur; damarın tamamı hastalıklıdır. Bu durum klasik klipsleme veya koilleme gibi “tıkama” odaklı tedavileri imkansız hale getirir. Çünkü ortada kapatılacak bir boyun yoktur. Bu nedenle fuziform anevrizmaların tedavisi, anevrizmayı tıkamaktan ziyade, hastalıklı damar segmentini içeriden yeniden yapılandırmayı hedefleyen akım çevirici stentler gibi daha karmaşık teknolojiler gerektirir.

Oluşum nedenlerine göre de bazı özel anevrizma tipleri bulunur:

  • Disekan anevrizma
  • Mikotik anevrizma

Disekan anevrizma, bir travma veya damar duvarındaki bir zayıflık nedeniyle damarın en iç katmanının yırtılmasıyla oluşur. Kan, bu yırtıktan duvar katmanları arasına sızarak damarı hem genişletir hem de zayıflatır. Mikotik anevrizma ise damar duvarının bir enfeksiyon kapması sonucu ortaya çıkar. Genellikle vücudun başka bir yerindeki (örneğin kalp kapakçıklarındaki) bir enfeksiyondan kopan mikroplu pıhtıların beyin damarlarını tıkamasıyla gelişir.

Son olarak anevrizmaları boyutlarına göre de sınıflandırırız, çünkü boyut, yırtılma riskiyle doğrudan ilişkilidir:

  • Küçük (10 mm’den az)
  • Büyük (10 mm – 25 mm arası)
  • Dev (25 mm’den büyük)

Genel bir kural olarak bir anevrizma ne kadar büyükse, duvarı o kadar gergin ve incedir, dolayısıyla yırtılma riski de o kadar yüksektir. Dev anevrizmalar aynı zamanda çevre dokulara yaptıkları baskı nedeniyle de ciddi belirtilere yol açabilirler.

Beyin Anevrizması İçin Kimler Risk Altındadır?

Anevrizma gelişiminde tek bir suçlu yoktur; bu genellikle birden fazla faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir durumdur. Bu risk faktörlerinden bazıları kontrolümüz dışındayken, bazıları ise yaşam tarzı değişiklikleriyle yönetilebilir.

Kontrol edemeyeceğimiz, değiştirilemeyen risk faktörleri bulunmaktadır:

  • Yaş
  • Cinsiyet
  • Genetik ve Aile Öyküsü

Yaş ilerledikçe, özellikle 40 yaşından sonra, damarlarımızdaki yılların birikimi olan yıpranma nedeniyle anevrizma riski artar. Cinsiyet de bir faktördür; kadınlarda, özellikle menopoz sonrası dönemde östrojen hormonunun koruyucu etkisinin azalmasıyla birlikte anevrizma görülme sıklığı erkeklere göre daha fazladır. Ancak tüm bu faktörler arasında belki de en önemlisi aile öyküsüdür. Ailenizde (anne, baba, kardeş gibi birinci dereceden akrabalarınızda) iki veya daha fazla kişide anevrizma varsa, sizin de anevrizma geliştirme riskiniz toplumun geri kalanına göre belirgin şekilde daha yüksektir.

Neyse ki kontrol edebileceğimiz ve değiştirebileceğimiz yaşam tarzı faktörleri de mevcuttur:

  • Sigara kullanımı
  • Yüksek tansiyon (Hipertansiyon)
  • Yasa dışı madde kullanımı
  • Aşırı alkol tüketimi

Sigara, anevrizma için kanıtlanmış en güçlü risk faktörlerinden biridir. İçindeki kimyasallar damar duvarının esnek yapısına doğrudan zarar verir ve onu zayıflatır. Yüksek tansiyon ise damar duvarına sürekli olarak aşırı bir mekanik basınç uygulayarak anevrizma oluşumunu ve mevcut bir anevrizmanın büyümesini hızlandırır. Kokain gibi bazı uyuşturucu maddeler de kan basıncını aniden fırlatarak ve damar duvarında iltihaplanmaya yol açarak ciddi bir risk oluşturur.

Son olarak bazı tıbbi durumlar da anevrizma gelişimine zemin hazırlayabilir:

  • Kalıtsal bağ dokusu hastalıkları (örn: Ehlers-Danlos, Marfan sendromu)
  • Polikistik böbrek hastalığı

Bu gibi hastalıklarda, vücudun genelinde bağ dokusunda veya damar yapısında bir zayıflık söz konusudur ve bu durum beyin damarlarını da etkileyerek anevrizma oluşumunu kolaylaştırır. Unutulmamalıdır ki bu risk faktörleri bir araya geldiğinde etkileri katlanarak artar. Örneğin genetik yatkınlığı olan birinin aynı zamanda sigara içmesi ve yüksek tansiyonu olması, riskini tek bir faktöre sahip olan birine göre çok daha fazla artırır.

Yırtılmamış Bir Beyin Anevrizmasının Belirtileri Nelerdir?

Yırtılmamış bir anevrizmanın en yaygın belirtisi, aslında hiçbir belirti vermemesidir. Çoğu anevrizma, özellikle de küçük olanlar, yıllarca beyinde “sessiz” bir misafir olarak kalır ve genellikle başka bir nedenle (örneğin geçmeyen baş ağrıları, baş dönmesi veya bir kaza sonrası) yapılan beyin filmlerinde tesadüfen saptanır.

Peki bir anevrizma ne zaman belirti vermeye başlar? Genellikle büyüdüğü zaman. Anevrizma büyüdükçe, bir kitle gibi davranarak etrafındaki hassas beyin dokularına veya görme, göz hareketleri ve yüzde his gibi fonksiyonları kontrol eden kafa sinirlerine baskı yapmaya başlar. Bu baskının yarattığı belirtiler anevrizmanın nerede olduğuna bağlı olarak değişir. En sık karşılaşılan belirtiler şunlardır:

  • Gözün arkasında veya çevresinde sürekli ve zonklayıcı ağrı
  • Göz bebeklerinden birinin diğerine göre daha büyük olması
  • Bulanık veya çift görme
  • Göz kapağında ani düşüklük
  • Yüzün bir tarafında uyuşma veya karıncalanma
  • Denge sorunları veya baş dönmesi
  • Nadiren nöbetler

Bu belirtilerden herhangi birinin aniden ortaya çıkması son derece önemli bir uyarı işaretidir. Bu daha önce sessiz olan anevrizmanın artık büyüdüğünü, kararsız hale geldiğini ve yırtılma riskinin artmış olabileceğini gösterir. Bu nedenle daha önce olmayan bu tür bir belirtiyle karşılaşıldığında, durumu “geçer” diye beklemek yerine derhal tıbbi yardım almak hayati önem taşır. Bu anevrizmanın yırtılmadan önce müdahale edilebilmesi için kritik bir fırsat penceresi olabilir.

Beyin Anevrizması Yırtılırsa Hangi Belirtiler Görülür?

Bir anevrizmanın yırtılması, bir insanın yaşayabileceği en dramatik ve acil tıbbi olaylardan biridir. Anevrizma kesesi patladığında, kan yüksek basınçla beyin ile onu çevreleyen ince zarların arasındaki boşluğa, yani “subaraknoid” alana dolar. Bu duruma “subaraknoid kanama” (SAK) adı verilir ve bu bir tür hemorajik inmedir. SAK, son derece yüksek ölüm ve sakatlık riski taşıyan, her saniyenin önemli olduğu bir acil durumdur.

Yırtılma anında ortaya çıkan belirtiler genellikle ani, şiddetli ve çok tipiktir:

Ani başlayan ve daha önce benzeri yaşanmamış, patlayıcı şiddette bir baş ağrısı

  • Şiddetli mide bulantısı ve kusma
  • Ense sertliği (başın öne eğilememesi)
  • Işığa karşı aşırı hassasiyet (fotofobi)
  • Bilinç bulanıklığı, uyuşukluk veya tam bilinç kaybı
  • Nöbet geçirme

Hastaların bu baş ağrısını tarif etme şekli neredeyse her zaman aynıdır: “Hayatımın en şiddetli baş ağrısı” veya “Kafamın içinde bir şey patladı sanki.” Bu “gök gürültüsü baş ağrısı” olarak da adlandırılan durum saniyeler içinde en tepe noktasına ulaşır ve diğer baş ağrılarından kolayca ayırt edilir. Bazen büyük kanamadan günler veya haftalar önce, anevrizmadan küçük bir sızıntının neden olduğu “uyarıcı kanama” adı verilen daha hafif ama yine de ani ve şiddetli bir baş ağrısı yaşanabilir. Bu yaklaşan felaketin habercisi olabilecek çok önemli bir işarettir.

Anevrizma kanadıktan sonra hastayı bekleyen tek tehlike ilk kanamanın kendisi değildir. Kanamanın ardından vücutta bir dizi karmaşık ve tehlikeli reaksiyon başlar. Bunların en önemlileri şunlardır:

  • Tekrar kanama (Re-bleeding): Yırtılmış bir anevrizma son derece dayanıksızdır ve özellikle ilk 24 saat içinde tekrar kanama riski çok yüksektir. İkinci bir kanama, sonuçları çok daha ağırlaştırır. Bu nedenle tedaviye bir an önce başlanmalıdır.
  • Vazospazm: Kanamanın ardından 3 ila 14 gün sonra, beyin damarlarında kanın tahriş edici etkisine bir tepki olarak ciddi bir daralma meydana gelebilir. Bu daralma, beyne giden kan akışını azaltarak yeni bir inmeye (beyin enfarktüsü) neden olabilir.
  • Hidrosefali: Beyin boşluklarındaki kan pıhtıları, beyin-omurilik sıvısının (BOS) normal dolaşımını engelleyebilir. Bu durum “beyinde su toplanması” olarak bilinen hidrosefaliye yol açar ve kafa içi basıncını tehlikeli seviyelere çıkarabilir.

Beyin Anevrizması Tanısı İçin Hangi Yöntemler Kullanılır?

Anevrizma şüphesiyle karşılaşıldığında, modern tıbbın elinde hem hızlı hem de detaylı bilgi sağlayabilen bir dizi görüntüleme teknolojisi bulunur. Hangi yöntemin seçileceği, durumun aciliyetine (örneğin bir anevrizma kanaması şüphesi) veya sadece bir tarama yapılıp yapılmadığına bağlı olarak değişir.

Genel olarak kullanılan tanı yöntemleri şunlardır:

  • Kontrastsız Bilgisayarlı Tomografi (BT)
  • BT Anjiyografi (BTA)
  • MR Anjiyografi (MRA)
  • Dijital Subtraksiyon Anjiyografi (DSA)

Eğer bir hastanın anevrizmasının yırtıldığından şüpheleniyorsak, ilk ve en hızlı adım her zaman Kontrastsız Bilgisayarlı Tomografi (BT) çekmektir. Bu testin amacı anevrizmayı görmek değil beyin zarları arasına sızmış olan kanı tespit etmektir. Kan, BT görüntülerinde parlak beyaz renkte görünür ve bu subaraknoid kanama tanısını saniyeler içinde koymamızı sağlar.

Kanama tespit edildikten sonraki adım, kanamanın kaynağını, yani anevrizmanın yerini ve şeklini bulmaktır. Bu aşamada genellikle BT Anjiyografi (BTA) devreye girer. Bu yöntemde kolunuzdaki bir damardan kontrast madde (boyalı bir ilaç) verilir ve bu madde beyin damarlarını doldururken hızlı bir BT taraması yapılır. Bilgisayar, bu görüntüleri işleyerek damarların üç boyutlu bir haritasını çıkarır ve anevrizmayı net bir şekilde gösterir.

MR Anjiyografi (MRA) ise radyasyon içermeyen bir yöntem olduğu için özellikle ailesinde anevrizma öyküsü olan kişilerin taranmasında veya yırtılmamış küçük anevrizmaların takibinde tercih edilir.

Tüm bu yöntemler değerli olsa da beyin anevrizmalarının teşhisinde “altın standart” olarak kabul edilen yöntem Dijital Subtraksiyon Anjiyografi (DSA)’dır. Bu diğerleri gibi sadece bir fotoğraf çekmekten öte, damarların içini canlı olarak görmemizi sağlayan, girişimsel bir işlemdir. Genellikle kasık veya bilekteki bir atardamardan çok ince bir kateterle (tüp) girilir. Bu kateter, röntgen altında sürekli izlenerek dikkatlice beyin damarlarına kadar ilerletilir. Hedef damara ulaşıldığında, kontrast madde verilir ve bu sırada bir dizi röntgen filmi çekilir. Dijital teknoloji sayesinde, arka plandaki kafatası kemiği gibi görüntüler silinir ve geriye sadece damarların ve anevrizmanın son derece detaylı, adeta bir yol haritası gibi net bir görüntüsü kalır. DSA, en küçük anevrizmaları bile saptayabilmesi ve tedavi planlaması için gereken boyun genişliği, kese büyüklüğü gibi kritik bilgileri en hassas şekilde vermesi nedeniyle vazgeçilmezdir.

Günümüzde Beyin Anevrizması Tedavisi Nasıl Yapılır?

Beyin anevrizması tedavisi, son 20-30 yılda adeta bir devrim yaşadı. Eskiden tek seçenek, kafatasının açıldığı ve beyne ulaşılarak anevrizma boynuna metal bir klips takıldığı açık beyin ameliyatıydı. Bu yöntem hala belirli durumlarda kullanılsa da günümüzde tedavinin ana ekseni, çok daha az invaziv olan endovasküler (damar içi) yöntemlere kaymıştır. Bu kapalı yöntemlerde, vücuda büyük bir kesi yapmadan, kasık veya bilekteki bir atardamardan girilerek anevrizmaya ulaşılır ve tedavi damarın içinden gerçekleştirilir. Yapılan büyük bilimsel çalışmalar bu kapalı yöntemlerin, özellikle yırtılmış anevrizmalarda, açık cerrahiye kıyasla daha güvenli olduğunu ve hastaların daha hızlı iyileştiğini göstermiştir.

Modern endovasküler tedavinin temelini oluşturan ve en sık kullanılan yöntemler şunlardır:

  • Endovasküler Koilleme (Embolizasyon)
  • Balon yardımlı Koilleme
  • Stent Destekli Koilleme
  • Akım Çevirici Stentler (Flow Diverter)
  • Anevrizma içi akım engelleyiciler (Flow disrupter)

Endovasküler Koilleme, en temel kapalı tedavi yöntemidir. Buradaki amaç anevrizma kesesinin içini, pıhtılaşmayı tetikleyen çok yumuşak platin sarmallarla (koillerle) doldurmaktır. Kasık veya bilekten girilen ince bir kateter, beyindeki anevrizmalı damara kadar ilerletilir. Bu kateterin içinden daha da ince bir mikrokateter geçirilir ve anevrizma kesesinin tam içine yerleştirilir. Ardından bu mikrokateter aracılığıyla, kesenin içi yavaş yavaş ve dikkatlice, bir yumak örer gibi bu platin sarmallarla doldurulur. Kese tamamen dolduğunda, kanın artık içeri girmesi için yer kalmaz. Kese içinde kalan kan zamanla pıhtılaşır ve koil yumağı ile birlikte anevrizmayı tamamen tıkayarak patlama riskini ortadan kaldırır. Bu yöntem özellikle dar boyunlu, kese şeklindeki anevrizmalar için son derece etkilidir.

Balon yardımlı koillemede koil sarılırken balon, koillerin daha iyi şekil almasına destek sağlar ve de ani bir yırtılma durumunda kanama miktarını çok azaltır ve bu esnada koillemenin hızlıca bitirilmesini sağlar.

Bazen anevrizmanın boynu çok geniş olur. Bu durumda kesenin içine yerleştirilen koillerin ana damara geri taşma riski vardır. İşte bu noktada Stent Destekli Koilleme devreye girer. Bu teknikte, koilleme işleminden önce anevrizma boynunun önüne, ana damarın içine, esnek bir ağ yapısına sahip bir stent yerleştirilir. Bu stent, bir “iskele” veya “kafes” görevi görerek koillerin kese içinde güvenli bir şekilde kalmasını sağlar ve onların dışarı taşmasını engeller. Stent yerleştirildikten sonra, stentin tellerinin arasından mikrokateterle geçilerek anevrizma kesesi güvenle doldurulur. Stent bir adet olabilir ya da iki damarı koruyacak şekilde iki adet kullanılabilir (Yerleştirilme şekilleri bir harfe benzetilecek olursa: Y stent, T stent, H stent vs)

Akım Çevirici Stentler ise anevrizma tedavisinde tamamen farklı bir felsefeyi temsil eder. Bu yöntem özellikle boynu olmayan fuziform (iğ şeklinde) anevrizmalar veya koillemenin zor olduğu dev anevrizmalar için geliştirilmiştir. Buradaki amaç anevrizma kesesini tıkamak değil kan akışının yönünü değiştirmektir. Akım çeviriciler, normal stentlerden çok daha sıkı dokunmuş, yoğun bir ağ yapısına sahip özel stentlerdir. Bu stent, anevrizmanın olduğu damar segmentine yerleştirildiğinde, kanın büyük bir kısmının anevrizmaya uğramadan, stentin içinden dümdüz akıp gitmesini sağlar. Anevrizma kesesine giren kan akışı dramatik bir şekilde azalır. Akıştan mahrum kalan anevrizma, zamanla kendi içinde yavaş yavaş pıhtılaşır ve küçülerek yok olur. Daha da önemlisi, vücut zamanla bu stentin üzerini kendi sağlıklı damar hücreleriyle kaplar ve o bölgede adeta yeni, pürüzsüz bir damar duvarı oluşturur. Bu sadece bir tıkama değil gerçek bir biyolojik iyileşme ve yeniden yapılandırmadır.

Anevrizma içi akım engelleyiciler, en yeni jenerasyon ürünlerdir, çok büyük olmayan sakküler anevrizmalarda anevrizma içerisine yerleştirilen kafes benzeri bir yapı olan WEB cihazı ilk uygulamaya girenlerdendir. LUNA, Contour, SEAL, Trenza ve Medina isimli farklı şekillerde farkli firmaların ürettiği cihazların bir kısmının kullanımı dünya genelinde yaygınlaşmaktadır.

Anevrizma Tedavisinde Açık Cerrahi mi Endovasküler Yöntemler mi Tercih Edilmelidir?

“Hangi tedavi benim için daha iyi?” sorusu, anevrizma tanısı alan her hastanın ve yakınının aklındaki en temel sorudur. Bu sorunun tek bir doğru cevabı yoktur; karar, hastanın yaşına, genel sağlık durumuna, anevrizmanın yeri, şekli ve boyutuna göre kişiye özel olarak verilir. Her iki yöntemin de kendine göre avantajları ve dezavantajları vardır:

İki ana yaklaşımı karşılaştırırken dikkate alınan temel noktalar şunlardır:

  • İyileşme Süreci ve Konfor
  • Tedavinin Kalıcılığı ve Nüks Oranı
  • Hasta Uygunluğu
  • Kısa Dönem Riskler

Açık cerrahi (klipsleme), kafatasının açıldığı büyük bir ameliyattır. İyileşme süreci daha uzun ve zahmetlidir. Hastanede kalış süresi daha uzundur. Ancak en büyük avantajı, genellikle tek seferde kesin ve kalıcı bir çözüm sunmasıdır. Düzgün bir şekilde klipslenmiş bir anevrizmanın yıllar sonra yeniden sorun yaratma (nüks) riski çok düşüktür.

Endovasküler yöntemler (koilleme, stent, akım çevirici) ise kapalı yöntemler olduğu için çok daha konforludur. Vücutta büyük bir yara izi olmaz, hastanede kalış süresi (yırtılmamış anevrizmalar için 1-2 gün) çok daha kısadır ve hastalar günlük hayatlarına çok daha hızlı dönerler. Özellikle yaşlı, ek sağlık sorunları olan veya genel durumu büyük bir ameliyatı kaldıramayacak hastalar için endovasküler tedaviler çok daha güvenli bir alternatiftir. Yırtılmış anevrizmalarda yapılan büyük çalışmalar endovasküler tedavinin kısa dönemde hayatta kalma ve daha az sakatlık bırakma açısından açık cerrahiye üstün olduğunu göstermiştir. Ancak endovasküler tedavinin, özellikle koillemenin, uzun vadede nüks riski cerrahiye göre bir miktar daha yüksek olabilir. Bazen koil yumağı zamanla çökebilir ve anevrizmanın bir kısmının yeniden kanla dolmasına neden olabilir. Bu nedenle endovasküler tedavi gören hastaların belirli aralıklarla anjiyografi ile takip edilmesi gerekebilir.

Endovasküler Tedavide Koilleme ile Akım Çevirici Arasındaki Fark Nedir?

Endovasküler tedavilerin kendi içinde de farklı felsefeler bulunur. Bu özellikle karmaşık anevrizmalarla karşılaştığımızda belirginleşir. Koilleme ve akım çevirici stentler, aynı kapıdan girseler de tamamen farklı hedeflere yönelen iki ayrı teknolojidir. Bu farkı, “baloncuğu tıkamak” ile “patlak boruyu onarmak” arasındaki fark gibi düşünebiliriz.

İki yöntem arasındaki temel ayrımlar şunlardır:

  • Tedavi Mantığı
  • Uygun Olduğu Anevrizma Tipi
  • İyileşme Mekanizması
  • Uzun Dönemdeki Başarısı

Koillemenin temel mantığı, anevrizma kesesini mekanik olarak doldurarak kan girişini engellemektir. Yani hedef, doğrudan anevrizma baloncuğunun kendisidir. Bu yöntem dar boyunlu, kese şeklindeki (sakküler) anevrizmalarda harika çalışır. Tedavi anında, anjiyografi ile anevrizmanın kapandığı anında görülür.

Akım çevirici stentin mantığı ise bambaşkadır. Hedef anevrizma kesesi değil anevrizmanın çıktığı ana damarın kendisidir. Amaç kan akışını anevrizmadan uzağa yönlendirerek onu “aç bırakmak” ve vücudun kendi iyileşme mekanizmalarını kullanarak hastalıklı damar duvarını onarmaktır. Bu nedenle özellikle boyunsuz, fuziform anevrizmalar veya dev anevrizmalar gibi “borunun kendisinin” sorunlu olduğu durumlarda kullanılır. Tedavi anında anevrizma hemen kapanmaz; kan akışı yavaşlar ve anevrizmanın tamamen kapanması haftalar, hatta aylar sürebilir. Bu mekanik bir tıkamadan çok, biyolojik bir iyileşme sürecidir.

Uzun dönemde, akım çeviriciler tedavi ettikleri karmaşık anevrizma grubunda koillemeye göre daha yüksek tam kapanma ve çok daha düşük nüks oranları sunar. Çünkü onlar sadece belirtiyi değil sorunun kaynağı olan hastalıklı damar duvarını onarırlar. Bu nedenle akım çevirici teknoloji, endovasküler tedavinin gelecekteki yönünü belirleyen, anevrizma tedavisinde bir çığır açan yaklaşım olarak kabul edilmektedir.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *