Halk arasında “zehirli guatr” olarak da bilinen hipertiroidi, boynumuzun ön kısmında yer alan ve bir kelebeği andıran tiroid bezinin, vücudun ihtiyacından çok daha fazla tiroid hormonu üretmesiyle ortaya çıkan bir durumdur. Bu hormonlar, vücudumuzun metabolizmasını, yani enerji kullanma hızını düzenleyen anahtar moleküllerdir. Üretimlerinin kontrolden çıkması, vücudun adeta sürekli en yüksek viteste çalışan bir motor gibi olmasına neden olur. Bu durum kalpten sinir sistemine, sindirimden kemik sağlığına kadar tüm organları yorarak ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir.
Hipertiroidi ve Tirotoksikoz Arasında Ne Gibi Bir Fark Vardır?
Günlük konuşmada bu iki terim sıkça birbirinin yerine kullanılsa da tıbbi olarak aralarında ince ama önemli bir ayrım bulunur. Hipertiroidi, sorunun kaynağının doğrudan tiroid bezinin kendisi olduğu ve bezin aktif olarak aşırı miktarda hormon ürettiği anlamına gelir. Yani fabrikanın kendisi kontrolsüzce çalışmaktadır. Tirotoksikoz ise daha kapsayıcı bir ifadedir; kanda, sebebi ne olursa olsun, normalden fazla tiroid hormonu bulunmasının yarattığı klinik tabloyu tanımlar. Örneğin bir tiroid iltihaplanması (tiroidit) durumunda, bezdeki hasar nedeniyle depolanmış olan hormonlar bir anda kana sızabilir. Bu durumda bez aşırı üretim yapmasa bile, sonuçta kanda hormon seviyesi yükseldiği için bir tirotoksikoz tablosu ortaya çıkar. Bu ayrımı yapmak, doğru tedavi stratejisini belirlemek için ilk ve en önemli adımdır.
Teşhis süreci genellikle basit bir kan testiyle başlar. Vücudun ana kontrol merkezi olan beyin, TSH (Tiroid Uyarıcı Hormon) adını verdiğimiz bir sinyal ile tiroid bezinin çalışmasını düzenler. TSH’ı, bir evin termostatına benzetebiliriz. Oda sıcaklığı (kandaki hormon seviyesi) yükseldiğinde termostat kombiyi kapatır. Benzer şekilde kanda tiroid hormonu arttığında, beyin TSH üretimini durdurur. Bu nedenle hipertiroidi durumunda kan testlerinde TSH seviyesinin neredeyse saptanamayacak kadar düşük, buna karşılık T3 ve T4 adı verilen tiroid hormonlarının ise yüksek bulunması beklenir.
Zehirli Guatrın En Sık Görülen Nedenleri Nelerdir?
Hipertiroidi tablosunun arkasında yatan ve en sık karşılaştığımız birkaç temel neden bulunmaktadır. Bunlar aşağıdaki gibidir:
- Graves Hastalığı
- Toksik Multinodüler Guatr
- Toksik Adenom
Graves Hastalığı, zehirli guatrın en yaygın sebebidir ve temelinde bağışıklık sisteminin bir hatası yatar. Normalde vücudu dış tehditlere karşı koruması gereken bağışıklık sistemi, bu hastalıkta yanlışlıkla kendi tiroid bezini bir düşman olarak algılar. Ürettiği özel antikorlar, tiroid bezine yapışarak onu sürekli uyarır ve beynin tüm sinyallerini görmezden gelerek durmaksızın hormon üretmesine neden olur. Bu durum bezin bir bütün olarak büyümesine (diffüz guatr) ve aşırı hormon üretimine yol açar. Bazı hastalarda bu antikorların göz arkasındaki dokuları da etkilemesiyle gözlerin öne doğru çıkık görünmesi gibi (Graves oftalmopatisi) karakteristik bir bulgu da ortaya çıkabilir.
Toksik Multinodüler Guatr, genellikle uzun yıllardır var olan basit bir guatr zemininde, yavaş yavaş gelişen bir durumdur. Zamanla, büyümüş olan tiroid bezi içerisindeki bazı hücre grupları genetik bir değişim geçirerek “bağımsızlıklarını ilan ederler”. Bu hücreler, beyinden gelen TSH sinyaline ihtiyaç duymadan, kendi başlarına ve kontrolsüz bir şekilde hormon üretmeye başlarlar. Bu bağımsız çalışan nodüllerin sayısı birden fazla olduğunda, bu duruma toksik multinodüler guatr adı verilir. Adeta, merkezi yönetimi dinlemeyen ve kendi kendine üretim yapan çok sayıda küçük fabrika gibidirler.
Toksik Adenom ise mekanizma olarak toksik multinodüler guatra çok benzer, ancak burada hormon üreten tek bir “asi” nodül söz konusudur. Tiroid bezi içinde gelişen bu tek, iyi huylu nodül, o kadar yoğun bir şekilde hormon üretir ki hem vücudun hormon dengesini bozar hem de beynin TSH üretimini tamamen baskılayarak tiroid bezinin geri kalan sağlıklı dokusunun adeta “uykuya dalmasına” neden olur.
Zehirli Guatrın Vücuttaki Belirtileri Nelerdir?
Vücuttaki aşırı tiroid hormonu, metabolizmayı hızlandırarak adeta bir iç ateş yakar ve bu durum kişiden kişiye değişmekle birlikte çok çeşitli belirtilerle kendini gösterebilir. Sıkça karşılaşılan belirtiler şunlardır:
- İstenmeyen kilo kaybı (iştah artışına rağmen)
- Sürekli açlık hissi
- Çarpıntı veya kalbin hızla atması
- Yüksek nabız
- Sıcağa karşı tahammülsüzlük
- Aşırı terleme
- Ellerde ve parmaklarda ince bir titreme (tremor)
- Sürekli bir endişe ve sinirlilik hali
- Kolayca yorulma ve kaslarda güçsüzlük
- Uykuya dalmada zorluk veya sık uyanma
- Bağırsak hareketlerinde hızlanma ve ishal
- Ciltte incelme ve nemlilik
- Saçlarda incelme ve dökülme
- Kadınlarda adet döngüsünde düzensizlikler
- Gözlerde büyüme ve öne doğru fırlama (özellikle Graves hastalığında)
- Boyunda şişlik veya guatr
Zehirli Guatr Kalp ve Damar Sistemini Nasıl Etkiler?
Kalp, hipertiroidinin yarattığı bu yüksek tempolu fırtınadan en çok etkilenen organdır. Vücudun artan oksijen ve enerji ihtiyacını karşılayabilmek için sürekli olarak normalden daha hızlı ve daha güçlü çalışmak zorunda kalır. Bu durum bir arabanın motorunu sürekli olarak kırmızı çizgide çalıştırmaya benzer; başlangıçta performans yüksek gibi görünse de uzun vadede ciddi hasarlara yol açar.
En sık görülen belirti, istirahat halinde bile nabzın dakikada 100’ün üzerinde olması (sinüs taşikardisi) ve kişinin kendi kalp atışlarını rahatsız edici bir şekilde hissettiği çarpıntıdır. Yüksek tiroid hormonları, kan damarlarının direncini de etkileyerek özellikle büyük tansiyonun yükselmesine ve nabız basıncının (büyük ve küçük tansiyon arasındaki fark) artmasına neden olur. Tedavi edilmediğinde, bu sürekli yüklenme kalbin ritim düzenini bozabilir. Hastaların %10-15’inde atriyal fibrilasyon adı verilen tehlikeli bir ritim bozukluğu gelişir. Bu durumda kalp düzensiz ve verimsiz bir şekilde çalışır, bu da kalp içinde kan pıhtılarının oluşmasına ve bu pıhtıların beyne giderek inmeye (felç) yol açma riskini ciddi şekilde artırır. Bu yorucu tempo yıllarca devam ederse, kalp kası zamanla zayıflayabilir ve vücudun ihtiyaçlarını karşılayacak kadar kan pompalayamaz hale gelebilir, bu da konjestif kalp yetmezliği olarak bilinen ciddi bir duruma yol açar.
Zehirli Guatrın Sinir Sistemi ve Ruhsal Durum Üzerindeki Etkileri Nelerdir?
Tiroid hormonlarının sinir sistemi üzerinde doğrudan uyarıcı bir etkisi vardır. Bu nedenle hipertiroidi durumunda hem fiziksel hem de psikolojik olarak bir “aşırı uyarılma” hali gözlemlenir. Bu durumun yol açtığı sinir sistemi ve ruhsal belirtiler şunlardır:
- Sürekli bir huzursuzluk ve yerinde duramama hali
- Genelleşmiş anksiyete ve panik atak benzeri durumlar
- Aşırı duygusallık, kolayca ağlama veya öfkelenme
- Odaklanma ve konsantrasyon güçlüğü
- Reflekslerin normalden çok daha canlı olması
- İnce, yüksek frekanslı el titremesi (tremor)
Bu belirtiler kişinin sosyal yaşamını, iş performansını ve genel yaşam kalitesini önemli ölçüde düşürebilir. Çoğu zaman bu ruhsal dalgalanmalar yanlışlıkla psikolojik bir soruna bağlanabilirken, altta yatan asıl neden tedavi edilmemiş hipertiroidi olabilir.
Tiroid Fırtınası Nedir ve Neden Acil Müdahale Gerektirir?
Tiroid fırtınası, tedavi edilmemiş veya yetersiz tedavi edilmiş hipertiroidinin en korkulan ve hayatı tehdit eden komplikasyonudur. Vücudun tiroid hormonuna karşı verdiği tepkinin aniden ve aşırı derecede artmasıyla tetiklenen bir kriz durumudur. Genellikle ağır bir enfeksiyon, ameliyat, travma veya bazen de iyotlu kontrast madde verilmesi gibi bir olayla tetiklenir. Bu tablo hipertiroidi belirtilerinin adeta bir kasırgaya dönüşmesidir.
Klinik olarak çok dramatik bir seyir izler. Çok yüksek ateş (40-41°C), nabzın dakikada 150-200 gibi aşırı yüksek seviyelere çıkması, ciddi ritim bozuklukları, şiddetli bulantı-kusma, ishal, ve en önemlisi de santral sinir sistemi fonksiyonlarında bozulma görülür. Hasta aşırı huzursuz ve ajite bir durumdan hızla delirium (bilinç bulanıklığı), stupor ve hatta komaya girebilir. Tiroid fırtınası, %10-30 arasında değişen yüksek bir ölüm oranına sahiptir ve teşhis edildiği anda acil olarak yoğun bakım ünitesinde tedavi edilmesi gereken mutlak bir tıbbi acil durumdur.
Zehirli Guatr İçin Geleneksel Tedavi Yöntemleri Nelerdir?
Zehirli guatr tedavisinde uzun yıllardır kullanılan ve etkinliği kanıtlanmış üç temel geleneksel yöntem bulunmaktadır. Tedavi seçimi, hastalığın tipine, hastanın yaşına, guatrın büyüklüğüne ve diğer tıbbi durumlara göre belirlenir. Bu geleneksel yöntemler şunlardır:
- İlaç Tedavisi (Anti-tiroid ilaçlar)
- Radyoaktif İyot Tedavisi (“Atom Tedavisi”)
- Cerrahi Tedavi (Tiroidektomi)
Her bir tedavi yönteminin kendine özgü avantajları ve dezavantajları vardır. İlaç tedavisi, tiroid bezinin hormon üretimini geçici olarak baskılayan anti-tiroid ilaçları içerir. Bu ilaçlar, hormon seviyelerini kontrol altına almak için etkilidir ancak genellikle kalıcı bir çözüm sunmazlar; özellikle nodüler guatrda ilaç kesildiğinde hastalık tekrar eder.
Radyoaktif iyot tedavisi, ağızdan alınan bir kapsül ile aşırı çalışan tiroid hücrelerinin hedeflenerek yok edilmesini sağlar. Oldukça etkili bir yöntem olmasına rağmen, en büyük dezavantajı hastaların büyük bir çoğunluğunda kalıcı hipotiroidiye (tiroid bezinin az çalışması) neden olması ve ömür boyu ilaç kullanımını gerektirmesidir.
Cerrahi tedavi ise tiroid bezinin bir kısmının veya tamamının ameliyatla çıkarılmasıdır. Özellikle büyük guatrı olan veya kanser şüphesi taşıyan hastalar için kesin bir çözümdür. Ancak bu da genel anestezi, hastanede yatış, boyunda kalıcı bir yara izi ve ses kısıklığı veya kalsiyum düşüklüğü gibi potansiyel riskleri beraberinde getirir.
Geleneksel Tedavilerin Sınırlılıkları Nelerdir?
Geleneksel tedaviler etkili olmakla birlikte hastaları bazı önemli zorluklar ve istenmeyen sonuçlarla karşı karşıya bırakabilir. Bu sınırlılıklar, modern tedavi arayışlarının da temelini oluşturur. Geleneksel tedavilerin başlıca dezavantajları ve sınırlılıkları şunlardır:
- Nodüler guatrda ilaç kesilince hastalığın neredeyse her zaman tekrarlaması
- İlaçların karaciğer veya kan hücreleri üzerinde ciddi yan etki potansiyeli
- Radyoaktif iyot tedavisinin kaçınılmaz olarak kalıcı hipotiroidiye yol açması
- Hipotiroidi geliştiğinde ömür boyu her gün ilaç kullanma zorunluluğu
- Ameliyatın genel anestezi ve hastanede yatış gerektirmesi
- Ameliyat sonrası boyunda estetik olarak rahatsız edici bir yara izi kalması
- Ameliyat sırasında ses tellerine giden sinirin zedelenme riski (kalıcı ses kısıklığı)
- Kalsiyum dengesini düzenleyen paratiroid bezlerinin hasar görme riski (ömür boyu kalsiyum takviyesi)
Bu tablo özellikle ameliyat olmak istemeyen, radyoaktif iyotun sonuçlarından çekinen veya ilaçların yan etkilerinden muzdarip hastalar için önemli bir “tedavi boşluğu” yaratmaktadır.
Girişimsel Radyoloji Zehirli Guatr Tedavisinde Nasıl Bir Fark Yaratıyor?
İşte tam da bu tedavi boşluğunu doldurmak için geliştirilen Girişimsel Radyoloji yöntemleri, zehirli guatr tedavisinde adeta bir devrim yaratmıştır. Bu yaklaşım geleneksel tedavilerin dördüncü bir alternatifi olarak ortaya çıkmıştır. Temel felsefesi, büyük cerrahi kesiler yapmak veya tüm organı yok etmek yerine, ultrason gibi görüntüleme teknolojileri rehberliğinde, sadece iğne deliği kadar küçük bir giriş noktasından hastalıklı dokuyu hedef alarak tedavi etmektir.
Bu modern yöntemlerin en büyük avantajı, “organ koruyucu” olmalarıdır. Amaç sadece aşırı hormon üreten sorunlu nodülü veya dokuyu yok edip, geride kalan sağlıklı tiroid dokusunu korumaktır. Bu sayede hem hastalık etkili bir şekilde tedavi edilir hem de hastanın ömür boyu ilaca bağımlı hale gelmesine neden olan kalıcı hipotiroidi riski en aza indirilir. İşlemler genellikle lokal anestezi altında, günübirlik olarak yapılır. Hastanede yatış gerektirmez, boyunda herhangi bir yara izi bırakmaz ve hastalar ertesi gün normal, aktif yaşamlarına dönebilirler. Bu özellikler, Girişimsel Radyoloji’yi hasta konforu ve yaşam kalitesi açısından son derece üstün bir konuma taşımaktadır.
Buradaki kısıtlılık şudur Graves hastalığında ameliyatsız yöntemler glandı ciddi şekilde küçültür, hormon tedavisi dozunu azaltır, belli süreler kesilmesini sağlayabilir. Ancak bu grupta nüks sıktır.
Hangi Girişimsel Radyoloji Yöntemleri Kullanılmaktadır?
Zehirli guatr ve tiroid nodüllerinin tedavisinde kullanılan, her biri farklı durumlara uygun, son derece etkili ve güvenli girişimsel radyoloji yöntemleri bulunmaktadır. Temel olarak bu yöntemleri iki ana başlık altında toplayabiliriz.
- Perkütan Ablasyon (Ciltten Girilerek Yapılan Nodül Yakma veya Yok Etme Tedavisi)
- Tiroid Arter Embolizasyonu (Anjiyo ile Guatr Tedavisi)
Bu yöntemler hastalığın tipine (nodüler mi, yoksa tüm bezi mi etkiliyor), nodülün yapısına (içi dolu mu, sıvı mı) ve hastanın genel durumuna göre özenle seçilir. Böylece her hasta için kişiselleştirilmiş, en uygun ve en etkili tedavi planı oluşturulabilir.
Perkütan Ablasyon Yöntemleri Nelerdir?
Perkütan ablasyon, ultrasonun sağladığı net görüntüleme sayesinde, ciltten ince bir iğne ile doğrudan sorunlu tiroid nodülünün merkezine ulaşarak onu içeriden yok etme işlemidir. Bu işlem için farklı enerji türleri veya kimyasal maddeler kullanılabilir. En sık başvurduğumuz ablasyon yöntemleri şunlardır:
- Radyofrekans Ablasyon (RFA)
- Perkütan Etanol Ablasyonu (PEA)
Radyofrekans Ablasyon (RFA), özellikle içi dolu (solid) yapıdaki toksik adenomlar ve toksik multinodüler guatr tedavisinde altın standart olarak kabul edilen bir yöntemdir. Bu teknikte, özel bir iğnenin ucundan yayılan radyofrekans dalgaları, nodül içinde kontrollü bir ısı enerjisine dönüşür. Bu ısı, nodülü oluşturan hücreleri kalıcı olarak tahrip eder ve zamanla vücut tarafından temizlenmelerini sağlar. İşlem milimetrik bir hassasiyetle, sadece hastalıklı nodüle uygulanır ve çevresindeki sağlıklı tiroid dokusuna zarar vermez. Başarı oranları son derece yüksektir ve hastaların büyük çoğunluğunda tiroid fonksiyonları normale döner.
Perkütan Etanol Ablasyonu (PEA) ise özellikle içi sıvı dolu (kistik) nodüllerin tedavisinde ilk tercih edilen yöntemdir. Aynı şekilde ultrason rehberliğinde nodülün içine girilerek, içindeki sıvı boşaltıldıktan sonra nodül duvarını tahrip etmek için az miktarda saf alkol enjekte edilir. Alkol, hücreleri kurutarak ve nodülü besleyen küçük damarları tıkayarak nodülün tekrar oluşmasını engeller. Son derece etkili, güvenli, tekrarlanabilir ve diğer ablasyon yöntemlerine göre oldukça düşük maliyetli bir seçenektir.
Tiroid Arter Embolizasyonu (TAE) Tedavisi Kimler İçin Uygundur?
Tiroid Arter Embolizasyonu (TAE), anjiyografi tekniği kullanılarak yapılan bir tedavidir ve diğer yöntemlerden farklı olarak nodülleri tek tek hedeflemek yerine tiroid bezinin tamamını etkiler. Bu işlemde, kasık veya el bileğindeki atardamardan çok ince bir kateter (plastik borucuk) ile girilerek tiroid bezini besleyen ana damarlara ulaşılır. Daha sonra, bu damarların içine kum tanesi kadar küçük tıkayıcı parçacıklar enjekte edilir. Bu parçacıklar damarları tıkayarak tiroid bezine giden kan akımını önemli ölçüde azaltır.
Kan akımı azalan tiroid bezi hem küçülür hem de hormon üretme kapasitesi düşer. Bu özellik, TAE’yi özellikle Graves hastalığına bağlı büyük guatrı olan hastalar için çok değerli bir tedavi seçeneği haline getirir. Ameliyat riski yüksek olan veya radyoaktif iyot tedavisini tercih etmeyen Graves hastalarında, TAE ile hem bezin neden olduğu bası semptomları (yutma güçlüğü, nefes darlığı) giderilebilir hem de hormon üretimi kontrol altına alınabilir. Bu yöntem tüm bezi etkileyen diffüz hastalıklarda küresel bir çözüm sunar.
Hangi Hastaya Hangi Modern Tedavi Seçilmelidir?
Modern girişimsel tedavilerin en büyük gücü, “kişiye özel” bir yaklaşım sunabilmesidir. Her hasta ve her hastalık tipi farklıdır, bu nedenle en doğru tedavi, hastanın bireysel durumuna göre özenle seçilmelidir. Klinik pratikteki karar verme süreci genel olarak şu şekildedir.
- Tek veya birkaç tane içi dolu (solid) hormon üreten nodül varsa: Bu durum toksik adenom veya toksik multinodüler guatrı işaret eder ve en ideal, en hedefe yönelik tedavi Radyofrekans Ablasyon (RFA)’dır.
- İçi sıvı dolu (kistik) veya büyük oranda kistik bir nodül varsa: Tartışmasız ilk ve en etkili seçenek Perkütan Etanol Ablasyonu (PEA)’dır.
- Tüm bezi tutan Graves hastalığına bağlı büyük bir guatr varsa: Özellikle cerrahi riski yüksek olan hastalarda, hem guatrı küçültmek hem de hormonları kontrol altına almak için Tiroid Arter Embolizasyonu (TAE) düşünülmelidir.
Zehirli guatr artık hastalar için korkutucu bir hastalık olmaktan çıkmıştır. Girişimsel Radyolojinin sunduğu bu yenilikçi, hasta dostu tedaviler sayesinde, ameliyatın risklerinden, yara izinden ve ömür boyu ilaca bağımlı kalma ihtimalinden kaçınarak, yüksek başarı oranlarıyla sağlığa kavuşmak mümkündür. Bu yöntemler sadece hastalığı değil hastanın yaşam kalitesini de tedavi etmeyi hedefler.

Girişimsel Radyoloji ve Nöroradyoloji Uzmanı Prof. Dr. Özgür Kılıçkesmez, 1997 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Uzmanlık eğitimini İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tamamladı. Londra’da girişimsel radyoloji ve onkoloji alanında eğitim aldı. İstanbul Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nde girişimsel radyoloji bölümünü kurdu ve 2020 yılında profesör oldu. Çok sayıda uluslararası ödül ve sertifikaya sahip olan Kılıçkesmez’in 150’den fazla bilimsel yayını bulunmakta ve 1500’den fazla atıf almıştır. Halen Medicana Ataköy Hastanesi’nde görev yapmaktadır.

Vaka Örnekleri
Bel fıtığı disk içi radyofrekans tedavisi sonucu
Fıtık Tedavisi
Boyun Fıtığı Tedavisinde Lazer Teknolojisi ve Anjiyografi
Fıtık Tedavisi
Basedow-Graves hastalığı ameliyatsız tedavi sonucu
Tiroid Hastalıkları
TAKE işlemi ile yok edilen karaciğer tümörü
Kanser Tedavisi
Ameliyatsız Paratiroid Adenomu Tedavisi Sonucu
Paratiroid Adenomu
Sol akciğer komşuğuna gizlenmiş paratiroid adenomu
Paratiroid Adenomu
Bağırsak dalak anevrizması embolizasyonu
Embolizasyon
Dev dalak damar anevrizması kaplı stent ile tedavisi
Stent
Böbrek damarı anevrizmasının akım yönlendirici stent ile tedavisi
Stent
Dev Karaciğer Hemanjiom Mikrodalga Ablasyon
Ablasyon
Santral ven oklüzyonu: Balon tedavisi
Vakalar
Y stent eşlikli kapalı anevrizma tedavisi
Vakalar